Gökhan Kaya
Corona salgınıyla birlikte neredeyse karanlık, sinir bozucu bir bilgisayar oyununun içine düşmüş gibi olduk. Herkes evinde, ordular sokağa çıkıyor, hastanelerin kapasitesi salgınla başa çıkmaya yetmiyor.
Devletlerin gizli kasalarında duran felaket senaryolarından birisi gerçekleşmiş gibi gözüküyor. Bir zombiler eksik.
Salgınının nedeni ve yaratacağı etkiler üzerine pek çok şey söyleniyor.
Gerçeği söylemek gerekirse büyük salgınlar insanlık tarihinde yeni bir olay değil. Ortaçağ’da ve Roma döneminde gerçekleşen salgın hastalıkların etki ettiği bölgelerdeki nüfusun yarısını öldürdüğü tahmin ediliyor.
Ama mesela bu iki salgının toplumsal sonuçları oldukça farklı. Ortaçağ’daki vebadan sonra Avrupa yükselişe geçiyor, Justinyen vebasından sonra antik dünya tarih sahnesinden siliniyor.
Salgınların nedenini bugün gayet iyi biliyoruz aslında; hayvanlardan geçen virüsler, bakteriler yüzünden hastalanıyoruz. Neolitik devrimle birlikte hayvanları çitliyoruz, ahıra kapatıyoruz ve onlardan geçen hastalıklarda patlama yaşanıyor. Köleleştirmenin bedeli ile karşı karşıya kalıyoruz. İnekten tüberküloz ve kızamık, domuzdan boğmaca, ördekten grip geçiyor. Bu liste uzayıp gidiyor.
Aşı ve antibiyotiklerin bulunması ile pek çok hastalığın üstesinden geliyoruz ama yeni hastalıklarla boğuşmaya devam ediyoruz, 1919’da 50 milyon insanın hayatına mal olan İspanyol Gribi, convid19’dan önceki son büyük salgın.
Aşı ve antibiyotiğe rağmen 20. Yüzyılda da salgınlar devam ediyor.
1980’lerde ortaya çıkan AIDS krizi de büyük maymunlardan kaynaklandı. 2004-2007 arasında yayılan kuş gribi de kuşlardan insanlara bulaşmıştı. 2009’daki domuz gribi de domuzlarda ortaya çıkmıştı.
Daha yakın bir zamana bakarsak, 2010’lardaki SARS virüsü salgını da yarasalardan misk kedilerine, oradan da insanlara bulaşmıştı. Aynı zamanda, Ebola virüsü de yarasalardan insanlara bulaştı.
Aslında bunları okurken fark etmişinizdir, salgının nedeni basit. İnsanlık hep dışında kaldığı bir eko sisteme girdiğinde, oluşturduğunda salgınlarla karşı karşıya kalıyor. Neolitik Devrim’den sonraki ikinci önemli eşik kapitalizmin ormanları yok etmesi, binlerce yıllık dokunulmamış eko sistemlerin dengesini bozması. Bu ikinci aşamada bol miktarda maymun, pangolin, yarasadan geçen virüsle karşı karşıya kalıyoruz.
Başka bir açıdan bakıp rolleri değiştirirsek şöyle de okuyabiliriz; insan bir virüs gibi başka canlıların yaşam alanlarını istila ediyor ve istila ettiği habitatlar kendisini işgalciye karşı savunuyor.
Malum; virüsler ve bakteriler yaşadıkları canlılarla simbiyotik bir ilişki kuruyor. Bizim vücudumuzda da faydalı pek çok bakteri, virüs var. Birlikte yaşıyoruz.
Bizi hasta yapan virüs ve bakterilerin de başka canlıları, onları ve kendi yaşam alanlarını korumaya çalıştığını söylemek sanırım çok fantastik olmaz.
Salgında hızla ‘her şeyi özelleştirelimci’ neo liberal sağlık sistemini felç etti ve en liberal iktidarlar bile kamucu adımlar atmak zorunda kaldı. İşsiz kalana maaş ödemeleri, ücretsiz sağlık hizmetleri devreye girdi.
Dolayısıyla çözüm sosyalizmde sloganları da yükselmeye başladı.
Sonsuz sermaye birikim mantığına dayanan bir sistemin, iktisadi aklın kriz anlarında felç olması kaçınılmaz. Para ekonomisinin devamlılığı için her şeyin para ile ölçülebildiği bir istikrar lazım. Bir felaket kısa sürede dayanışma gibi para ile ölçülemeyen şeylerin devreye girmesini sağlıyor ve hakim paradigma sorgulanır hale geliyor.
Çözüm sosyalizmde mi? Bunun cevabı ‘nasıl bir sosyalizm?’ sorusu yanıtlanmadan verilemez. Söylenen yine sürekli daha fazla üretime ve büyümeye yaslanan bir sosyalizm ise bu ve benzer salgınların önüne geçemeyiz. Sovyetlerdeki çevre katliamları ve felaketler herkesin malum.
Anti kapitalizm ancak doğal ekosistemleri işgal eden iktisadi büyüme ve daha fazla tüketme eğiliminin önüne geçebilirse salgın dalgalarının önüne geçebilir. Yani sadece kamuculuk yetmez ekolojist bir sosyalizmde çözümün zorunlu adresidir.