Sosyalistlerin bir bölümü Yeşil Yeni anlaşma adlı yeşil kapitalist boyayı kızıla boyar konuma geldi ise bunda en temel mesele bilime duydukları iman noktasına çok yakın olan kesin inanç ve sarsılmaz güvendi. Bu onları İnsan Kaynaklı Küresel Isınma tezinden hareketle şirketokrasinin mabedi olan IPCC’ye yaklaştırmakta. Oysa bunların tamamı kapitalizm içi tepişmelerin bir uzanımı.
Dilaver Demirağ
Benim gibi derin ekolojistler ile sosyalistlerin çoğu arasında şöyle bir fark var, benim savunduğum derin ekolojik anarşizm olarak yeşil anarşizm bıçağın ucuna değil bıçağın taa sapına kadar giderek yaramızın ne kadar derinde olduğunu gösterir. Hal böyle olunca 19 yüzyıl şartlarında sistemin köklerine inmek için sosyalist düşüncenin kapitalizm tahlilleri o gün epeyi radikal ve köke iniciydi. Bugünse özellikle ekoloji noktasında kapitalizm suçlaması bıçağın kendisi değil bıçağın ucu sadece. Kapitalizm de dahil esas olarak tahakküm sistemini ve bu sistemin tarihsel köklerini, bu bağlamda evcilleştirme kavramının insan toplumlarındaki yerini tartışmak için sadece üretim ilişkilerini değil üretim kavramının ima ettiği şeyleri sorgulamadan bana göre tam olarak ekolojist olunmaz. Her neyse bu tartışma bir başka tartışmanın konusu.
Gezegenin yaşadığı iklim krizi bütünsel olarak ekolojik krizin bir boyutu. Ama bugün ekoloji hareketi de dahil sistemin tüm renk yelpazesindeki doğa yönlü muhalifleri iklim krizi dışında sanki gezegenin başka hiç bir meselesi yokmuçasına konuşulan tek şey küresel ısınma. Bu özellikle de kapitalist sistem karşıtlarına sanırım sistemin kötülüklerini tartışmak için bir fırsat sağladığından özellikle sosyalistler bu alanda epeyi kalem oynatanlar arasında. Ve ne yazık ki sosyalistlerin bir bölümü bence ekolojik solu ehlileştiren yeşil anlaşma tezinin hararetli destekçileri konumunda. Ben bu yazıda bu konuya dair yeşil anarşist duruşu ortaya koyan bir şeyler demeyeceğim. Daha çok küresel ısınmayı çok seven ve bazılarının bunun üzerinden sistemce ehlilleştirilmelerine fırsat tanıyan bazı sosyalistleri eleştirceğim. Her ne kadar bu konuda Fatoş Osmanoğlu iyi bir yazı yazmış olsa da o da IPCC’nin iklim modelini esas aldığından konunun bu yönünü eksik bırakmış ama yeşil sosyalistler arasında da epeyi yaygın olan Yenilenebilir Enerji efsanesinin güzel bir büyü bozumunu yapmış. Bu yazıdaki tezleri daha da derinleştiren ve konuyu eko anarşist bir bağlama oturtmayı bir başka yazıya burakıyorum. Bu yazıda daha çok yeşil yeni anlaşma dolmasının yutulmasına yol açan bilim olgusunun sorgulanmamasını eleştirmek amacım.
Sol Bilimcilik Olarak IPCC Eksenli Model
Sosyalistler ne yazık ki Kapitalizmi Suçlamak ve belki insanları sosyalist düşünceye çekmek için dünyanın en büyük kapitalist baronlarının ardında yer aldığı IPCC’nin İnsan Kaynaklı Küresel Isınma tezine adeta atladılar. Ne modeli enine boyuna tartıştılar, ne gezegenin iklim sistemi üzerine tam olarak kafa yordular. Bunda ne yazık ki Marksın Somut Durumun Somut Tahlili esaslı Tarihsel Maddeciliğinin Engels eliyle bir bilimcilik ideolojisi haline dönüştürülmesi de epeyi yardımcı oldu. Böylece dünyanın belli başlı iklim bilimcilerinin yer aldığı verileri toplayıp sisteme yüklediği ve sanki tarafsız bir kurum gibi düşünülen IPCC’inin politika tayin edici üst kurulu tarafından yazılan raporlara sorgusuz sualsiz biat ettiler. Her neyse bu yazıda ne IPPC’yi ne de onların İnsan Kaynaklı Küresel Isınma modelini tartışacağım, asıl tartışmak istediğim Zizek gibi sosyalistlerce-ki bir çok sosyalistin Zizek gibi düşündüğü kanısındayım- idealize edilen ve kutsanan bilim üzerinden kapitalist üretim iklim starı Greta Thunbergle sosyalistlerin nasıl örtüştüğü. Tam da bu nokta bir çok sosyalisti yeşil yeni anlaşma adlı kapitalist tuzağa düşürmekte.
Medyatik Soytarı Olarak Thunberg ve Zizekyan Sosyalizmin Bilim Tapınısı
Zizek Thunberg’i neden savunduğunu açıklarken onun karanlık gölgesine dikkat çekenleri “zehirli (toksik) erkeklikle” suçlar ve ekler Greta Thunberg’te beğendiği şeyin “bilimi ciddiye alın” demesi olduğunu ifade eder. Yazısından birkaç paragrafı aktarmak istiyorum.
“Greta Thunberg son aylarda değişti; artık “kral çıplak” diyen naif ve masum kız değil, şimdi gülümseyen- saldırgan sivri dilli bir iblis. Ama basit ve tekrar eden mesajı aynı kaldı. Burada Kierkegaard’ın harika kısa metni “Deha ile Havari Arasındaki Fark Üzerine” anımsanmalı; oradaki tanımlamaya göre dahi “kendi içinde kendinden fazla” olan şeye, kendi ruhani cevherine ifade verebilen bireydir, havari ise “kendi içinde” önemsizdir: havari, kendini aşan kişisel olmayan bir hakikate tanıklık etmeye hayatını adayan kişinin formel işlevidir. O (Tanrı’nın lütfuyla) seçilmiş bir elçidir: Onu bu rolde vasıflı kılan hiçbir içsel özelliğe sahip değildir…Greta da yaratıcı bir dahi değil, bir hakikatin havarisidir: Birtakım dahice yeni içgörüler öne sürmez, sadece aynı basit mesajı sürekli tekrarlar. Siyasetçilerden söz ederken şöyle dedi: “Onlar bizimle selfiler çekip yaptıklarımıza gerçekten hayran olduklarını bize söylesinler diye sokağa çıkmadık. Biz çocuklar yetişkinleri uyandırmak için bunu yapıyoruz.” İşte hakiki bir havari böyle konuşur, kendini sürekli resimden siler, kendisine odaklanılmasının kutlayıcı bile olsa mesajı amacından saptırdığının tamamen farkındadır.”
Star Starı Sever
Bir Sosyalist Star olarak bir diğer starı sevmesini hiç de yadırgamıyorum, star starı sever ikisi de birer medyatik soytarı. Soytarı derken Farsçadan gelen maskaranın Arapçası olan Mukalliti yani Taklitçi anlamında kullanmıyorum yani Thunberg ’de Zizekte kamuoyunu eğlendirmek amacı ile medya ışıkları ile parlak şekilde aydınlatılmış sahnenin merkezinde değiller. Onlar birer Cem Yılmaz değiller, fakat biraz dalkavukluğu da içinde barındıran bir soytarılık. Malum soytarı eğlendirirmiş yaparken iğneleyerek hakikati dillendiren kişidir. Thunberg bir Azize Theressa olsa da Zizek bir aziz değildir. O daha çok mizaha da yer veren renkli bir figür gibi sosyalist bir şöhret rolü ile sosyalist mesajı deforme etmekle mükellef olduğunu düşündüğüm bir kişi. Bir internet yazısı olarak meseleyi enine boyuna ele almak mümkün değil, o yüzden tüketim toplumunda kanaat önderi olarak şöhretin oynadığı rolü bu yazı da ele almam asıl ele almak istediğimi gölgeleyeceği için değinmekle yetineceğim bir konu. Dahası Zizek’in tam da çevrecilik olarak ele aldığım sol tahayyülün örneklemesi olarak Derin Ekolojiye dair yaptığı saldırıları da bir derin ekolojist olarak bu yazı da göğüslemeyeceğim sadece Derin Ekolojinin Gaia hipotezinin içi boşaltılmış hali üzerinden Derin Ekolojiye hücum ettiğini söyleyeceğim. Attığı topu göğsümle karşılayıp karşı şutumu bu yazıdan sonraki yazılarda atacağım. Sadece Greta ile sosyalist tahayyül aynı yerde buluşuyor ve “bilimi” yani IPCC’yi ciddiye almamızı öneriyor. Bunu, yani IPCC denen yeni engizisyonu da başka bir yazı da ele alacağım. Çünkü iklim meselesi bir nehir yazıyı hak edecek kadar ekoloji hareketini esir alıp onun asıl olanı gözden kaçırmasına ve giderek sistem içi oyuncuya dönüşmesine yol açan bir mesele. Ama şu bilim meselesi ele alınmayı gerektiren bir konu.

Bilim Kilisesi ve Onun Rahipleri
Yeşil Öfke okurları Fayereband ismini duymuş mudur bilemiyorum, ama ben bilim konusunda onun yazdıklarını çok önemsiyorum. Çünkü Fayereband Bilimin zihinlerimizde bir hakikat tekeli inşaa ederek bir tür tahakküm biçimi yaratmasına itiraz eden düşünsel anarşisttir. Paul K. Feyerabend, dünyadaki mevcut bilim anlayışını “bildiğimiz şekliyle” bilim olarak niteleyerek bilimin üstünlüğüne ve bilimdeki kural, ölçüt ve yöntemlerin tekliğine karşı çıkan ve bu yüzden bilgikuramsal anarşist olarak bilinen bir bilim felsefecisidir. Feyerabend, “bildiğimiz şekliyle” bilimin diğer tüm kural ve yöntemlerini görmezden gelerek esasında bilime hizmet etmediğini, aksine onu baltaladığını düşünür. Bilimin ancak ve ancak kuralların, yöntemlerin veya ölçütlerin ihlal edilmesiyle ilerleyeceğini düşünen Feyerabend bu yüzden bilimsel ilerlemenin söz konusu bilim anlayışının yıkılmasıyla gerçekleşeceğini savunur. Alternatif bilim arayışlarının tümünü reddedenlerin tam karşısında yer alan Feyerabend bu hakikat tekelini kırmak için “ne olsa uyar” sloganıyla özetlediği Özgürlükçü ve çoğulcu bilim anlayışı oluşturur.
Ben de bu yazı da yine değinip geçip bir başka yazı da ise açacağım bir alternatif iklim değişimi tezi atacağım. Referansım da epistemolojik anarşizme ve derin ekolojiye uygun olarak inuitler olacak.
İnuit yaşlıları çok önemli bir şey söyler “Güneş Eski yerinde değil”. Özet olarak bu tez şudur “İnuit Kabilesinin bilge yaşlıları Yeryüzünün ekseninde bir kayma meydana geldiğini ya da bir titreşim oluştuğunu belirten bir uyarı yayınladı. Bu uyarıda gökyüzünün değiştiği; güneş, ay ve yıldızların eski yerinde olmadığı söylendi. Güneşin eskisinden daha yukarıda olduğunu söyleyen yaşlılar ısınmanın bundan dolayı olduğunu söylüyorlar.” Ki bu tezleri doğrulayan iklimbilimcilerde var, ama onlar “İnsan Kaynaklı Küresel Isınma” dininin başpapazları ve alt rahipleri tarafından çok büyük bir baskı ile terörize edilerek baskılanır. Öyle ki bugün İnsan Kaynaklı Küresel Isınma tezine itiraz edecek olursanız tıpkı aşı olmak istemeyenler gibi suçlu ilan ediliverirsiniz. Hatta sürülürsünüz, nitekim Avrupa akademilerinde bunu yaptığı için Akademi ile ilişiği kesilen iklimbilimciler var ve kaldı ki tüm iklimbilimciler de IPCC rahibi değiller. IPCC’nin kurduğu insan kaynaklı küresel ısınma tezine itiraz edenler var. Ama medyatik hakikat tekeli buna itiraz eden ve bunu da deklare eden herkesi şiddetle bastırıyor ve tam kilise vari bir biçimde bir zamanlar Kilisenin Batlamyus ve Aristo ekseninde kurduğu kozmolojik model için kullanılan “İpse Dixit-O Böyle Dedi” denilerek kurulan hakikat tekelinin sarsılmasına izin verilmiyor.
Sosyalistler ve Hakikat Tekelinin Aracısı olmak
Tam bu noktada sosyalistler ne yazık ki saflarını sırf kendi ideolojik doğrulanmaları adına bu hakikat tekeli yanında kurup Karanlıklar Prensesi Thunberg ve Medyatik Şöhret Zizek eli ile Bilim tapınısı yapmamıza vesile oluyorlar. Oysaki sosyalistler bence Fayerebend gibi çoğulculuğun yanında yer alıp IPCC modeline itiraz edenlere de kucak açmalıydı. Çünkü bu itirazları yapanların tamamı petrol ve kömür şirketlerince fonlanmadığı gibi-sırası gelmişken bir liberal mit olarak Petrol ve Kömür şirketleri “iklim inkârcılarını fonluyor” tezinin de geçerliliğinin kalmadığını belirteyim. Rockefeller Vakfı- ki bu hanedanlık bir petrol tröst imparatorluğu üzerine oturur ve yine bir başka petrol imparatorluğu olan Rothschilds Hanedanlığı Vakfı küresel ısınma hem de IPCC modeli olan İnsan Kaynaklı Küresel Isınma çalışmalarını fonluyorlar. Hatta Rockefeller Hanedanlığında petrol işinden çekilmey öneren hanedanlık mensubu “zındıklar” bile var. Bugün Küresel Isınma tezine karşı çalışmalar daha çok Amerikan Sağını fonlayan Teksaslı Petrol şirketleri hatta Suudi Arabistan tarafından fonlanıyor.
Sosyalistler Bilim olgusunu ve onun hakikat tekelini sorgulamak yerine çoğulculuğa kapı aralamış olsaydı IPCC Ve BM’ye mahkûm kalmaz, farklı iklim modellerinin dolaşıma girmesine vesile olarak bir şirket bilim ve yeni engizisyon olarak IPCC’nin tekelini kırıp, iklim bilimin şirketlerce kendi sömürü ağlarına aracı kılınmasını engellemiş olurdu.
Mesela Amerikalı Sosyalistler Sağcıları iklim bilimine-ki burada da iklim bilimi sanki sadece insan kaynaklı küresel ısınma modelinden ibaretmiş gibi bir anlayış ortaya çıkıyor. Hâlbuki böyle değil- saldırmak ve bilime karşı çıkmakla eleştiriyorlar.
Oysa eğer bir sosyalist olsaydım bilime saldırıp saldırmamaları umurumda olmazdı sağcı “iklim inkârcıları” nın piyasayı ve mülkiyeti ilahlaştırmalarını esas alırdım. Hâsılı bence artık sosyalistlerin-ki eko sosyalistlerin çoğu da aynı noktada yazık ki-19 yüzyılda anlaşılabilir bilim ve rasyonalite yüklerinden kurtulmaları gerek, çünkü bilim ve ilerleme ikiz çocuklar. İlerleme ve bunun uzantısı olan kalkınmayı sorgulamayan her yaklaşım çevreciliğin arka bahçesinden çıkamaz. Her neyse ekososyalizmin açmazları da ayrı bir konu.
Tam da bu noktada bir sonraki yazıya pas atayım insan merkezcilik olarak hümanizm ve onun doğanın yok oluşundaki payını tartışmakla işe başlamak gerekir. Tür olarak insanı yani homo sapiensin ekolojik seri katil olarak bugünkü ekolojik krizdeki rolünü tartışmayıp, tüm suçu kapitalizmin sırtına yüklemekle kurtulamayız. Dahası hiyerarşiyi ve uygarlık olgusunun bizatihi kendisini –ki ilerleme ideolojisinin ayrılmaz bir parçasıdır-hasılı endüstriyalizmi ve onun ideolojisi olarak hümanizmi merkeze almadan ekoloji üzerine yapacağımız her tartışma eksiktir ve esas olanı gözden kaçıracağı için devrimci olmaktan uzaktır. Tam da bu nedenle bunları içermeyen her yeşil yeni anlaşma eleştirisi işini yarım bırakmış olur.
Gelecek yazıda iklim değişiminin esas ekolojik mesele olması gerektiğini düşündüğüm tür kaybı olgusu üzerinde Küresel Isınmacılığın ekoloji hareketini nasıl bir sistem işbirlikçisine çevirdiğini ele alacağım bunu da Derin Ekolojik Anarşizm perspektifi ile yapacağım. Akabinde Yeşil Yeni anlaşma ile Yeni Yeşil Düzen tezinin örtüşmesi üzerinden yeşillerin artık nasıl da yeşil kapitalizmin Truva atı olduğuna değinmek istiyorum. Sonrasını ise Kıyametin Dolarları başlıklı eski bir yazımın üzerinden yürüteceğim.
Not: Bu yazının hedefi hâlâ 19 yüzyıl düzeyinde kalıp pozitivizmi diyalektik-tarihsel maddecilik olarak sunan Engelsvari Marksizm’dir. Oysa bundan sıyrılan ve saf ekolojiye daha fazla yakınlaşan özgürlükçü eko sosyalistler de var. Hatta bugün bilimin kapitalist sistemde onun nasıl aleti olduğunu belirten Bruno Latour gibi sosyalistler de var. Onlarla birkaç noktada farklılaşsam da Engelsçi sosyalizme defalarca yeğlerim. Bu nedenle yazıda eleştirilen sosyalistlerin bütün sosyalist anlayışlar olmadığını belirteyim
Not 2: Fatoş Osmanoğlu’nun yazısı çok iyi bir kalkış noktası ama yenilenebilir enerji olgusuna dair söylenecek daha fazla şey var. Dahası Osmanoğlu da bence meseleyi Kapitalizme indirgeyerek çok önemli noktaları eksik bırakmış, ama yeşil yeni anlaşmacı ve yenilenebilir enerji lobicisi konumundaki birçok sosyalist yoldaşından çok daha solcu bir bakış açısı sunmuş, onun eksik bıraktığını düşündüklerimi ileri ki yazılarım da ele alacağım.