Beton, kum ve çakıl gibi doğadan elde edilen maddelerin, katkı maddeleri ile işlenmesi sonucu elde ediliyor. Tarihi çok gerilere gitmekle birlikte, bina yapımında kullanımının yaygınlaşması modern dönemlere denk geliyor. Halen kişi başı beton üretiminin dünya ortalaması bir tondan fazla. Küresel olarak, beton pazarının en büyük bölümü olan hazır beton endüstrisinin, 2025 yılına kadar gelirinin 600 milyar doları aşması bekleniyor. Bu korkunç rakamlarda, çoğalan nüfus ile birlikte artan konut talebi vb. gibi görünür etkenler de var elbet, ama Yeryüzü’nün sermaye tarafından fethinin tüm hızıyla sürmesi de var.
Türkiye’nin beton üretiminde, Çin, Hindistan ve ABD’nin ardından dördüncü olduğunu hatırlatayım. Bu “başarı”da, doğanın yağmalanmasına dayalı ekonomik büyüme sonucu oluşmuş doymak bilmez bir rant talebi var. Haliyle bu ekonominin en iyi yatırım aracı beton!
Türkiye’de siyasi iktidarların “büyüme” vizyonu, elde avuçta olan doğanın yağmasına dayalı. İnşaat bunların başta geleni. Birçok sektörü de içine alıyor. Örneğin turizm önemli bir gelir kalemi olarak hesaplandığında, dev havaalanları, oteller, binalar vb. arkasından geliyor.
Uzun sürmüş mevcut iktidar da elde avuçta olan, uçanı kaçanı metalaştırarak büyüme yolunda var gücüyle ilerliyor. Dağ, taş betona çevriliyor.
Bu saldırılarda doğanın yok olması haliyle bir tepki de doğuruyor, ama ekoloji temelli bir muhalefet gelişemiyor henüz. Sermaye birikiminin belirlediği bu düzende Ekonomi’ye, “büyüme”ye kimse karşı değil çünkü.
Yassıada ilk kez Abdülmecid döneminde, İngiliz sefire satılarak özel mülk haline getirilmiş, alan üzerine bina vs. yapmış, daha sonra 1947’de Deniz Kuvvetleri’nin mülküne geçmiş, üzerine binalar inşa edilmiş. Nihayetinde Türkiye’nin bugün de devam eden hukuksuzluk tarihinde trajik bir yargılamaya mekan olmuş bir ada. Bir dönem de “Su Ürünleri” Fakültesi eğitim mekanı olmuş. (Su ürünlerinden kasıt deniz canlıları, onlar bir “ürün” bu zihniyete göre.)

İktidarın boş gördüğü doğal alanı betonlaştırma iştahından ne yazık ki Yassıada da nasibini aldı. Bir liberal grubun Adaya düzenlediği anma gezisi ve müze talebinin illa ki, karşılığını bulacağı belliydi. Her ne kadar daha öncesinde adaya bir balık üretme çiftliği kurulmuş olmasına rağmen, balıkların, kuşların üreme alanı, kimbilir nice canlının yaşam alanıydı!
“Demokrasi ve Özgürlük Adası” vs. iktidarın vitrin süsü. Asıl maksadı, sermayenin rolünü, yine Tayyip Erdoğan’dan duymak durumundayız:
“Sadece ulusal değil uluslararası bazda da toplantıların yapıldığı bir ada haline getirelim. Burada neden Camp David olmasın? Bugüne kadar hep İstanbul, Ankara, Antalya şehir merkezinde yaptık. Sadece aktörlerin geldiği toplantıya katıldığı bir yer olarak burayı değerlendirelim istedik. TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) da bu işe ‘evet’ dedi. Hem burayı yapacaklar işletmesi de kendilerine ait olacak. Bizlere de belli bir süre bize tahsis edilmek suretiyle, devlet olarak bize müsaade ederlerse yapacağız.”
Mendereslerin idamlarına mekan olmasından ötürü değil sadece Yaslı Ada olması, oradaki tüm canlıların yaşam alanlarının yok edilmesinden de Yaslı Ada artık!

Abdullah Onay
hayvanlarinaynasinda.wordpress.com