Modern dünyada masallar yalnızca çocuklar içindir.
Çocuklar, sosyal organizasyonun ve aklın baskısıyla henüz yitirilmemiş bir aydınlığa aittir: İyi ve kötü, onların dünyasında henüz mutlaklaşmamıştır.
İyi ve kötü arasındaki mutlak karşıtlık, aklın ürünüdür; politik karşıtlıklardan hareket eden “us”, inanç tarihine geriye dönüşümsüz kötülük ilkesini armağan etmiştir. Biz buna ‘Şeytan’ diyoruz.
Uygarlığın insana bu armağanı, ilk insan toplulukları tarafından bilinmiyordu. Şeytan fikri insanın aklına ancak uyum ve barışı yitirdiği anda gelmişti. Masalsı bir dünya yerini ‘karşıtına dönüşmeyen’ çelişkilerle örülü bir dünyaya bırakmıştı.
Masallar, geç dönem medeniyet mitlerinin aksine, insanın doğa ile savaşmadığı bir dünyaya özgü hassasiyetlerin mirasıdır. İnsanın hayvana, hayvanın bitkiye ve her birinin doğanın temel unsurlarına; hava, toprak, su ve ateş’e… Her şeyin, her şeye dönüşebildiği bir dünyadır bu.
Masallarda bir çocuğu sarsan, heyecan ve hoşlanma eşiğini yönlendiren, bir aradalık halinde aşırı uçlara kayan bu muhteşemlikti. Ve masalsı dünyada ‘karşıtına dönüşmeyen’ bir öteki yoktu.
Masalda korku öğesi vardı elbet; heyecan ve umudu besleyen, verilmeye hazırlandığı dersin tesirini kuvvetlendiren ve yine insana ait bir nitelik olarak. Ancak hiçbir zaman ‘şeytani’ değildi.
Bir Batı masalı olan Hansel ve Gratel’de olduğu gibi, beklenmedik aşırılıklara “çocuk” etiyle beslenen bir ucubenin gaddarlığına ulaşabilirdik. Bu anda “masaldan” çıkmak ister çocuk; simgelerin ağır baskısına yetişkinlerden daha yakındır çünkü… Ama masalın ruhu çocuğa yardımcı olur; kurgu iyiye evrilir. Çocuklar kurtulur, iyiler kazanır.
Berkin’in hikâyesinde ise “mutlu son” yoktur. Masalsı öğe, Berkin’in fotoğraflar aracılığıyla zamanımıza uzanan güzel yüzündedir. Tüm ussallığıyla masalda yenilmeye mahkûm korku unsurunu hayatımızın merkezine yerleştiren ‘geriye dönüşsüz’ kötülük öğesinden anlarız artık; masallar çekip gitmiştir. Ve korku öğesi, reel dünyada “hayatın acımasızlığı hissini” derinleştirir…
Artık, mitin simgeleri hayatın derin acıları karşısında işlevsizdir. Bunu en acı haliyle görürüz; Berkin’in cenazesi, bir çocuğun cenazesidir.
Mit diliyle siyaset yapmak…
Modern felsefenin kaynağı olarak sunulan “akıl” pek bir çaresizdir. Düzenli ekonomilerin, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin desteğiyle büyüyen kent yaşamının, atom ve uzay çalışmalarının, tıp ve biyoloji araştırmalarının insan yaşamını hatırı sayılır düzeyde uzattığı bir zaman gerçekliğinin, hak ve adalet uğruna insana çok şeyler vaat etmesini bekleyebilirdik.
Edememiştir. Dünyanın hiçbir yerinde…
Bu ülkede ise hak ve adalet duygusunun zedelenişinin tarihi pek uzundur.
Berkin ya da diğer cinayet olaylarında da gördüğümüz gibi temel mesele katillerin salıverilmesi ya da hiç aranmaması değil… Bunlar başarılmış olsaydı dahi küçük bir umudumuz olurdu; temel mesele bu ülkede belli kesimlerin “cinayet” işleme hakkının “saklı” tutulmasıyla ilgilidir.
Hak arama sistematiğinde yerleşik hukuk sistemine duyulan güvensizlik, “hukuk devleti” tanımının çözülüşüne giden yolun ilk adımıdır. Türkiye’de bu yaşanmaktadır; zedelenen adalet duygusu, tatminini başka yerlerde arar. Meydanların ve toplumsal gösteri hakkının, iktidarı eleştirme ve/veya protesto hakkının sistemli cinayetlerle engellendiği yerde ise, masalsı değil ama Şeytani bir “korku” öğesi dillenir…
Modern akıl, “mitin” diliyle konuşmaz elbet; onu baskılama gayreti içindedir. Ama her nasılsa, dünyanın herhangi bir ülkesinde bir kişi ya da kurumun sosyal alandaki geleceğini bitirmeye yeter deliller olarak kabul edebileceğimiz yolsuzlukla ilgili ses kayıtlarından sıyrılışın çaresini bu dilde bulur. “Derin devletin” işlevselliğini biliyoruz; “Paralel Devlet” ifadesi ise açık biçimde mitin dilidir… “Bizi bölmek isteyenler” diye başlayan ve “bize düşman ülkeler listeleriyle” devam eden ilköğretim müfredatının, çocukları “komplo teorileriyle” haşır neşir eden geleneğin uzantısıdır. Eninde sonunda, asla açıklığa kavuşamayacak bir kaynak ya da özne, “kurulan komplonun” sebebidir bu tabloda…
Gerçekte olmayan ya da olsa bile olmayan niteliklerle bezenmiş bir kavram, gerçek hayatı yönlendirmede yeterliyse bu modern anlamda komplo dilidir.
Buraya varmışken, modern akla rağmen yaşayan en büyük mitsel simgelerden birine, “Şeytana” değinmemek mümkün değil. Ve elbette “geriye dönüşümsüz bir kötülük” arıyorsak, onu tam da Berkin’in ya da Gezi sürecinde hayatını kaybeden gençlerin ölümünden sorumlu olan kişilerde arayabileceğimize… Zira “Şeytan” eninde sonunda “usun” ürünüdür; onu ilkel dünyada bulamayışımızın nedeni, yetkin bir “öteki” kavramlaştırmasının bulunmayışındandır. Bir masalda “Şeytan”a yer yoktur ve masallarda geçen her varlık mutlaka “iyi” olana bir yerlerde temas eder; etmelidir. Berkin’in hikayesindeki gerçekliğin ağırlığı, bir yerlerde “Şeytanın” cirit atmasındandır.
Daha açık bir deyişle, “Şeytan” var ise masal yoktur.
Masalsı bir estetik adına…
Bir çocuk için masal anlatılacaksa, “Şeytanın” olmadığı mutlu son kurgulamalıyız. Belki bir Balkan masalından yararlanabiliriz; çiftçi bir çocuğun yerden göğe kadar uzanan bir ağacı bulmasıyla ilgilidir. Çocuk, “acaba bu ağacın tepesinden dünyayı seyretmek nasıl olur?” diye düşünür ve ağaca tırmanmaya başlar. Ancak ağaç o kadar yüksektir ki, çocuk günün sonunda, ilk dallardan birisinin ucuna kurulmuş bir köyde, iyilik sever insanların mekanında konaklamak zorunda kalır…
Belki de Berkin’dir o…
C. G. Jung, insanın doğa ile kurduğu dengeli ilişki hali olarak “öz” arketipinin modern dünya insanı için en belirgin simgesinin “çocuk” olduğundan bahseder. “Çocuk” yaşama tutunma, önce soyun, sonrasında da türün devamının güvencesi, “barış ve sevginin”; insanı tarih öncesi zamanlarda inşa eden değerlerin ve yüce anlamlarının taşıyıcısıdır. “Ölü çocuğun” ilkellerde neden “tabu” olduğunu anlamakta zorlanmayız öyleyse…
Berkin’in ölümü, yitirdiğimizi zannettiğimiz anlam ve değerlerin yitimidir. “Çocuk”, “öz” ise “Berkin çocuktur” artık.
Berkin ölürse, “öz” ölür ve “Şeytan” masalsı estetiğin esamesinin okunmadığı yerlerde, tüm gerçekliğiyle devinir.
Meydanlarda sorulan hesabın anlamı budur; Berkin’in “ölmesi” halinde yitirilecek olanların içrek korkusunu taşıyan insanın isyanıdır.
Malinovski’nin değindiği gibi, “Bir cenaze töreni ölenden çok yaşayanlar içindir…”
(Berkin’e)