20. Yüzyılın başlarına kadar var olan köleliğe günümüzde sıcak bakan ya da onaylayan hiçbir kimsenin olduğunu sanmıyorum. Eskiçağlardan 20. yüzyıla kadar süren uzun dönem boyunca “normal” karşılanan köleliğe bugün ne oldu da normal olarak karşılanmıyor; etik bulunmuyor; suç sayılıyor?
Hatırlanacağı gibi köleler, taşınır herhangi bir mal gibi görüldükleri ve onlara hiçbir hak ve özgürlük tanınmadığı için, kendilerinden istenen her türlü işi yapmakla yükümlüydüler. Yapmak zorundaydılar, çünkü onlar köleydi… Başka da şansları yoktu. Yaşamak demek mümkün değildi, kölelerin hayatına. Zaten efendilerinin işkenceye varan kötü davranışları, ağır yaşam ve çalışma koşulları, cezalandırılmaları gibi bir çok şey yüzünden pek de insan sayılmayan onbinlerce köle ölüyordu.
Köleliğe karşı mücadele
Afrikalı kölelerin bu durumu kabullenememesi sonucu köleliğe itirazlar yükselmiş, köle olmayanların da desteğini bulmuştu. Bir köle olan ve köleliğe karşı mücadelede önemli bir yeri olan William Prescott’ın sözleri yaşadıklarını ve hissettiklerini çok net ifade ediyordu: “Kölelik, Afrikalıları yaşama hakkı, özgürlükleri ve kültürel miraslarının yanı sıra emeklerinin karşılığını almaktan da, ‘ahlaki ve insani olmayan’ bir biçimde mahrum bırakmıştır… Satıldığımızı hatırlayacaklar, ama güçlü olduğumuzu hatırlamayacaklar. Satın alındığımızı hatırlayacaklar, ama cesur olduğumuzu hiç hatırlamayacaklar. “
Bugün herkes köleliğe karşı mı?
Bu yazıyı okuyan herkesin köleliğe karşı çıktığından eminim. Kendisi köle olmaz, yanında köle de bulundurmaz. Köleliğe övgü dizenlere de karşı çıkar. Bundan gerçekten de eminim. Lakin bizler ortaçağda algıları kapanan, köleliği son derece meşru gören, her türlü zulmü kendi gibi olmayana reva görenlerden çok mu farklıyız emin değilim.
Emin değilim çünkü aslında kölelik son bulmadı. Evet Afrikalıların köleliği son buldu ama…
Nasıl gelişti..neler oldu?
Bu konularda fazla araştırma yapmış değilim ancak bildiğim kadarıyla köleliğin nasıl doğduğunu hatırlatmak istiyorum.
İnsanların ancak kendi yaşamlarını sürdürebilecek kadar üretebildikleri eskiçağlarda kölelik yoktu. Zamanla üretimde kullanılan araçlar geliştikçe, insanlar tüketebileceklerinden daha fazlasını üretmeye başladılar. Bu, savaşlara neden olan önemli bir unsur oldu. İnsanlar savaş tutsaklarını kendileri için çalıştırmaya başladı ve onların ürettikleri fazla ürüne de el koydular. Güçlü olan güçsüzü tutsak etti, onu çalıştırdı, aldı sattı. Denilebilir ki çeşitli gerekçelerle ihtiyacın ötesinde üretim köleleri ve köleliğin doğmasına neden oldu.
Sümerler’de köleler ya ev hizmetlerinde ya da tarlalarda çalıştırılırdı. Kâr getiren bir mal olarak alınıp satılmaya başlamaları daha sonraki dönemlerde görüldü. İlk olarak Eski Yunan’da köleler toplumun temel sınıflarından biri oldu ve ekonomi ağırlıkla köle emeğine dayandı. Burada köleler daha çok ev hizmetlerinde ve tarımda çalıştırıldılar. Köleler yurttaş sayılmadıkları için hiçbir hakka sahip değillerdi. Köle sayısı çok artan Roma İmparatorluğu’nda, kölelerin bazıları madenlerde ve taş ocaklarında çalıştırılırken, bazıları da halkı eğlendirmek amacıyla yırtıcı hayvanlarla ya da birbirleriyle ölümüne dövüştürülürdü. Daha şanslı olanlar ise çiftliklerde ve evlerde çalıştırılırdı.
Bugün durum ne?
Bu hatırlatmanın ardından, az önce ama ile bıraktığım yere tekrar geri dönmek istiyorum. Konu hayvanlar.
Aynı eski Roma’da ya da Amerika’daki kölelerin yaşamış olduğu gibi bugün, hayvanlar kendi doğal yaşam alanlarından alıkonuyor, bir mal gibi alınıp satılıyor; türlü türlü ağır işlerde çalıştırılıyor; eğlence için çeşitli eziyetlere maruz bırakılıyor, derileri yüzünden öldürülüyor; eti, sütü yumurtası için her gün tecavüze uğruyor vs.. vs.. Hayvanlara yönelik onca zulme rağmen buna seyirci kalabiliyor, “ama onlar hayvaaan!” diyebiliyorsak bizim gerçekten de algılarımızın kapalı olması gerekir, aynı ortaçağda kölelerin zulme uğramasını meşru görenler gibi.
Unutmayın…
Keyifli bir vakit geçirmeye gittiğimiz sirklerdeki hayvanlar, doğal yaşam alanlarından koparılarak hapsediliyor, insanların eğlendirilmesi için akıl almaz işkencelerle, dayakla, açlıkla terbiye edilerek zorla sahneye çıkarılıyor. Burada tutsak olarak bulunan hayvanlar, doğal yaşam ortamlarına kıyasla binlerce kat dar alanlarda, asla istedikleri gibi hareket edemeyecekleri kafeslerde tutuluyorlar.
Giydiğimiz deri kıyafetler için milyonlarca hayvan, avlanılıyor, öldürülüyor ya da yine doğal olmayan ortamlarda ömrü boyunca tutsak olarak büyütülüyor ve öyle öldürülüyor.
Soframızda güzel bir yemek olan tavuklar, 45 günde kimyasallarla işkence altında büyütülüyor. Canlı canlı kıyma makinesine atılıyor. Daha çok yumurtlasın diye gecesini gündüzüne karıştırıyorlar. Bir türlü yeme içme alışkanlıklarımızı değiştiremediğimiz için sadece bir et olarak gördüğümüz et için inekler defalarca tecavüze tabi tutuluyor.
Örnekler çoğaltılabilir, ne var ki yazmak için düşündüğümde aklıma gelenler nedeniyle midemin bulandığını hissediyorum.
Köleliğe ve zulme gerçekten karşı mısınız? Bilin ki tüm benzerliğine rağmen eğer “ama onlar hayvan” diyorsanız siz köleliğe karşı değilsiniz. Dahası siz tür ayrımcılığı yapıyorsunuz, yani türcüsünüz.
Sakın ola ki doğanın kendisini örnek gösterip, “güçlü olan zayıf olanı avlar” ya da yine doğadan hareketle “devamlılık” diyerek vicdanınızı rahatlatmaya çalışmayın. Çünkü insan türünün en azından diğer türlere göre seçme şansı var. Kaldı ki doğada hiç bir başka canlı bir başka canlıyı kendi işleri için alıkoymuyor, çalıştırmıyor.
Türcülük de yarın bir gün aynı kölelik sistemi gibi tarih olacak. Gelin bugün son bulması için birlikte davranalım.