Kazdağılarındaki tahribat her geçen gün daha da büyük bir öfkeye yol açıyor. Dün (5 Ağustos) orada “su ve vicdan nöbeti” için bir araya gelen on binlerce insan Şantiyeyi basarak tepkilerini de ortaya koymuş oldu.
Bu arada biliyoruz ki dünyanın en özel bitki örtüsü ve ekosistemine sahip Kazdağları’nı tarumar edecek olan çok uluslu konsorsiyum, adeta eko kırım için gönderilen bir öncü kuvvet. Altının yanında bakır, nikel gibi başka madenler de çıkartmak için ruhsat izni almış 40 şirket daha Kazdağları’nı yok etmek için sıraya girmiş durumda.
Arzu edilen kamuoyu destekleri konusunda eksikler ve buna bağlı moral bozuklukları olsa da, iktidarın baskıcı yönetiminden kaynaklanan son derece elverişsiz koşullarda gösterilen direniş, Bergama ve Tekel direnişi gibi ileriki yıllarda hep hatırlanacak. Ancak bu olayı nedense adeta bir milli dava meselesine çevirme telaşındaki kesimler, meselenin özünü oluşturan doğal yaşam alanının yok olması, oradaki köylerin hayat damarı sayılan temiz su kaynaklarının siyanürle zehirlenmesinin tüm suçlusu şirketin Kanadalı olması gibi yansıtıyor.
Bu çarpık antiemperyalizm algısı iki önemli şeyi ıskalıyor.
Birincisi bu madeni işleten şirketin menşeinin hiç bir önemi yok. Önem taşıyan olgu: şirket denen zorbalık biçimi. Kapitalizmden soyutlanmış ve çarpık bir milliyetçilik anlayışı ile şirketin doğayı sömürmesi, insanları sömürmesi yani şirket eşittir bir dizi ihlal pahasına kazanç mantığını örten bu sahte antiemperyalizm, şirketin kökenine vurgu yapıp duruyor. Oysaki Eti Bakır işletmeleri ilk elden verilecek örneklerden, doğayı yok eden ve zehirleyen Eti Bakır işletmeleri milli bir kuruluştur. Yani kamusal bir şirket ama özel şirketten hiç farklı değil. Dolayısıyla burada asıl mesele şirket mantığı, asıl mesele doğanın tahribi, emeğin sömürüsü. Ha keza Gaziantep’te temiz suyun, bol oksijenin ormanların insan yaşamına kattığı bir sürü güzelliğin kaynağı olan Sof Dağı ve yaylası yerli taşocağı şirketleri tarafından geri dönüşsüz biçimde yok edildi.
Kazdağları’nı yok eden şirket Kanadalı değil de Türk olsaydı-ki ortağı bir Türk şirketi- Kazdağları yok olmayacak mıydı? Kazdağları’ndaki yaşam sermaye denen büyük yok edici tarafından ortadan kalkmayacak mıydı? Hasılı emperyalizm karşıtı olacaksanız da bari kapitalizmden bağımsız bir emperyalizm olmadığını, çok uluslu şirketlere olan nefretimizin yabancı olmasından değil kapitalizmin bütün kötülüklerini bünyelerinde taşıyan birer doğaya ve insana yönelik suç abidesi olduğunu akılda tutun. Bu türden ahmakça milliyetçilikle yeşilin her tonunu barındıran gezegen için verilen mücadeleyi gölgelemeyin.
Baştan sona bütün Çoruh Havzası, Munzur’un tamamı, Toroslar, Turgutlu, Hasankeyf ve daha nice bölge bu tür madencilik faaliyetleri nedeniyle hem sosyal hem de ekolojik yıkım tehlikesi ile karşı karşıya. Üstelik çoğu da iktidar yanlısı / yerli sermayeli şirketler tarafından gerçekleşiyor. Durum buyken Kazdağları için yürütülen mücadelenin ulusalcı bir çizgiye taşınması, diğer bölgelerde mücadele edenlere bir ihanettir.
Meselenin özü ulusalcı çizgiye taşındığında, aynen dün olduğu gibi direnişçiler tarafından işgal edilen maden sahası, ‘birileri’ tarafından terketilmeye zorlanır, işgal kırılır, orada dönen diğer dolapların görünmez hale gelmesine yol açar.
Unutmayın doğa sınır tanımaz, doğanın ulusu yoktur ve ekolojik sorunlar dediğimiz doğal yaşamı savunma mücadelesi de şu ya da bu ulusla sınırlı değildir, gezegen dünyanın her yerinde şirket denen büyük yok edici tarafından, kalkınma adına yok ediliyor.
Bizim davamız şu ya da bu ulusun değil gezegenin hayat denen eşsiz varoluşun davası lütfen bunu aklınızın bir köşesine yazın.
Yeşil Öfke Ekoloji Kolektifi