D. Şener Yıldırım
Dünya, her geçen gün daha belirgin bir şekilde SOS vermeye başladı. Onun çığlıkları, umursuyor olsun veya olmasın artık herkes tarafından duyulur oldu. Buna kayıtsız kalamayan insanların hassasiyeti ise yeni bir pazarlama stratejisinin gelişmesine yol açtı.
Artık rafları süsleyen ürünlerde ya da satın aldığımız diğer birçok üründe doğaya ne denli saygılı şekilde üretildiğine dair bilgileri yer almaya başladı. Gazete ve televizyon reklamları, afişler ve broşür gibi ürün ile ilgili pazarlama araçlarında, geri dönüşüm kutularında, sosyal sorumluluk projelerinde, kamu spotlarında vb. yerlerde “daha etik”, “daha sürdürülebilir” bir tüketime davetlere yer verilmeye başlandı. Öyle ki, son derece zararlı kimyasallarla üretim yapan ve kimyasal atıklarını doğaya bırakan boya firması bile ambalajının üzerine “geleceği koru” diye slogan koyar oldu.
Sermaye tarafından yaratılan “ihtiyaç”ları karşılamak için gerçekleşen tüketimin, insanlar ve doğa üzerindeki etkisi biliniyorken bu davetlere katılmamak mümkün değil gibi görünüyor. Bu tür girişimler, bizleri doğaya daha duyarlı olmaya çağırıyor olsa da; sermayenin tüketiciyi etik tüketime olan bu daveti, yeni bir pazarlama taktiğinden öte bir şey değil.
Kapitalizm içinde “etik tüketim” söz konusu dahi olamaz. Nasıl ki işkence yapmak, artık herkes tarafından kabullenilen bir etik kuralın ihlali anlamına geliyorsa, sebebi ne olursa olsun hiçbir işkence meşru olarak gösterilemez. Türkiye’de örneklerine sıkça rastladığımız farklı farklı işkence türlerinin devlet tarafından meşrulaştırma çabaları bu yüzden sonuçsuz kalmıştır.
Aynı şekilde sermayenin bizleri, kapitalist sistem içinde “etik tüketici” olmaya davet etmeleri sonuçsuz kalacak bir uğraştır. Tüketimin yapısı bir sınıfın diğer bir sınıfı sömürmesine, bir türün diğer türler üzerinde her tür eziyetine dayandığı sürece etik tüketici diye bir şeyin olması mümkün değildir. Çünkü sermayenin bizlere tüketmemiz için sunduğu şeyler sömürü sonucu oluşur. Bu metni okuduğunuz akıllı telefon ya da bilgisayar, web sitesinin barındığı sunucu dâhil olmak üzere neye dokunursanız dokunun her bir şey bir sömürünün ürünüdür. Bu sömürü ya insan sömürüsüdür ya hayvan sömürüsüdür ya da doğanın sömürüsüdür.
Kapitalizmin doğası gereği şirketler ya büyümek ya da yok olmak zorundadır. Tüketicinin hassasiyetlerinin farkına varan sermaye, tüketiciyi etik davranmaya çağırırken aslında öncelikle kendilerinin dolaylı olarak kapitalizmin devamlılığını sağlayacak yeni pazarlama taktiklerini hayata geçirmektedir. Çünkü gelişen duyarlılık, onlar için iyi bir pazar yaratmıştır.
Kapitalizm, geçirdiği her bunalımdan değişim geçirerek yeni şartlara uyum sağlayarak devamlılığını sağlamayı başarmıştır. Bunun en belirgin nedeni, kapitalizmin değişim yönündeki zorlayıcı talepleri ideolojik olarak da özümsemesi ve üretim dağıtım ve pazarlama araçlarına aktarabilmesidir. Kapitalizm sunduğu bu yeni ürünlerle bize etik tüketici olun dese de onun tek amacı bizim daha fazla tüketmemizdir. Bizim hassasiyetimizi kullanarak her türden sömürüyü devam ettirecektir.
Sömürünün son bulması, gezegenin yeniden soluk alabilmesi için ancak ve ancak sorunun ana kaynağı yani kapitalizmin son bulması gerekmektedir. Bana göre; iyi niyetimizin sermaye tarafından kullanılmasına izin vermeyip, enerjimizi bu baş belasından nasıl kurtulabiliriz sorusuna kafa yormaya harcamak daha anlamlı olacaktır.