“Kimileri muhtemelen şunu söylemektedirler: Hayatına mal olabilecek bir uğraşın peşinden gitmekten utanmıyor musun?”
PLATON, APOLOGIA (SAVUNMA)
DİDEM BESLEN
Platon’a göre felsefe, kendisiyle bağlantılı olarak değil, başka bir şeyle –karşılaştığın insanlarla ve onların söyledikleriyle (Sokrates), ama aynı zamanda da matematikçilerin buluşlarıyla şiir ve trajedi yazanların eserleriyle, siyasi durum ve tartışmalarla, aşk duygusunun varlığı ve yoğunluğuyla– bağlantılı olarak düşünmekle başlar. (Alain BADIOU, Etik, s.117)
Filozof; ilkel ya da geçici saydığı, o bilgiyi ararken sağlam bir yapıya kavuşamamış sanıların vaaz ettiklerine kapılmaz. Asi ve söz dinlemez oluşu dolaşımda olan düşünümlerin değer ve anlam sırasını değiştirir. Çokça tarif edildiği üzere, genel kabul ve kanaatlerin tutsağı olmak; kişinin henüz özerk idraki içinde olamaması ve eski olanın himayesine kendini onulmaz bırakışıdır. Başka yandan Sartre’ın çağdaş insanı imlediği “Modern çağın insanı gerçi çok şey kazandın, ama her şeyi yitirmek tehlikesi içindesin. Bütün evreni ele geçirmek üzeresin ama kendi kendini yitirmek pahasına. Yaşamını yeniden eline al, kolektif yaşamın yürüyen şeridi üzerine bir paket gibi bırakılmaya razı olma.” diye devam eden pasajındaki şerit ve paket olma nitelemesi kaygı vericidir.
Filozof ağrıyı ilk duyan ve bunu çoğunluğa anlatmaya talip olandır. Üstelik metot, her zaman alışılageldik bir öğrenme işleyişinde kalmayabilir de; örneğin Antik Çağın ünlü filozofu Sokrates, yazılı bir eser vermenin uzağındadır. Bilgiye kolayca sahip olduğu iddiasındaki kişilerle agorada, sarraf tezgâhlarında tartışarak bize felsefenin sokağın ortasında da mümkün olduğunu gösterir. Yazıya inanmaz. Hatta Savunması’nda Sokrates, felsefi yöntemi için ‘dürtme’ (eylem) adını kullanır. Hakikate ilişkin geliştirdiği ironik tavır, öğrencisi Platon’un belleğinden geçerek bizi bulur. Ksenophanes’in ve özellikle Platon’un, yaptığı budur: Sokrates’in konuşmalarını, sorularını, kurgu bütünlüğü içinde oluşu bozmadan yazı diline çevirmek. Kendisi devletin başına musallat edilmiş, adeta bir at sineğidir. (Savunma, s.107 ) Rahatsızlık verir. Savunma ve Mektuplar dışındaki bütün eserler diyalog (konuşma) formundadır. Diyaloglar nereye kadar Sokrates’in, nereye kadar Platon’undur hep muammadır.
Savunma; Sokrates’in kendisine açılan davanın daha sonra kaleme alınmış biçimidir. Pek çok kişi filozofun ölüme gidişindeki sükûnete hayran kalır. Tüm kaçma tekliflerine, başka bir yerde yaşamını sürdürme vaatlerine rağmen filozof; yasaya saygı, doğruluk, iç tutarlılığı (daimon) gibi nedenlerle başka bir yola meyletmez. Resmi suçlama metni; kentin inandığı tanrılara inanmamak, yeni tanrılar icat etmek, gençleri yoldan çıkarmak gibi maddeler üzerinde durur. Sokrates ölür. (M.Ö. 399) Nitekim Atina da bir gün sonra yas ilan edilir. Demokrasinin bildiğimiz ilk yenilgisidir bu. Çoğunluk doğru düşünemez. Çoğunluk yanılır. Platon Sokrates’e tutkuyla bağlıdır. Mektuplar’da detaylı bir şekilde anlatıldığı üzere hocasının ölümünden sonra siyasetle uğraşmaktan da vazgeçer.
Burada bireyin tek başına olup hakikati arama sevinci filozof için başlı başına bir erek görülmez. Zira Platon’a göre ‘bir kimse olmak’; mağara alegorisindeki tutsak insanların gözbağını çözmek ve ne kadar acı olsa bile onları ışığa bakmaya ikna eden olmaktır. Çünkü düşünür tek başına ise, mağaranın dışında da olsa huzurlu olamaz. Adaletten yana tavır koymak isteyen kimse gelebilecek tüm saldırılara soğukkanlı bakmayı bilmelidir. Fakat elbette dar bir yoldur, çoklarımızın kaçındığı bir tutumdur. “…devletin hukukuna ve yasalarına karşı yapılan sayısız ihlalleri önlemeye çalışan hiçbir insan hayatından emin olamaz…” (Savunma, S.109)
Şüphesiz doğru yaşayışa yönelik olarak bu kadar ilkeli ve gözü kara olmak isterdik. Bazı düşünürlere göre bu çağın en önemli problemi anlamsızlıktır. Anlam bulamama, kendini eylemsizleştirme, yaşanılanı aşkın bir gerçekliğin kontrolünde sayma ve imaj çağının personası olmaya razı bırakılmaktır. Oysa filozof, şeridin hızını bozan, hakikatin çağrısını duyan olmaktır. Çünkü bilir ki ‘bir kimse’ olma serüveni böyle başlar. Baudrillard gibi düşünürlere göre: uzun zamandır birey, kendi değildir. Hakikat algılayışımız çoğunluğun tepkileri ve şaşkınlıklarıyla ölçülenir. “Çoğulluk çokluk ortamındaki varlığın tek yaptığı; kendini, kendisiyle ya da başından geçen çeşitli serüvenlerle takas etmektir. Baudriallard bu durumun değişim olmadığını bir metastaz olduğunu dile getirir. (Baudrillard, İmkansız Takas s.80) Bu çağın insanı bir makineyi icat etmekle, onu kullanmakla övünebilir. Ama işleyişin ruhunu algılayamaz. Hastalıklara çare bulmak sevindiricidir. Fakat hastalığa neden olan ‘mahrumiyet’i görmekten uzaktır. İnsanı anlamak ve onu duymak faydasızdır. ‘Dijital İnsan’ sanki büyük gösterinin tutuklusudur. Birey yoktur. Birey; kolektif yaşamın gönderilerinin ortaklığına hapsedilmiştir. Kendisini olmadığı ve belki de hiç olamayacağı bir kişinin hikâyesine ekler.
Biz yazı yolunu izlerken Sokrates’in yazıdan kaçınması, sokakla kurduğu aktif ilişki, söyleme, konuşma, tartışma düzeyindeki Felsefe uğraşı, bugünün yorgun insanı için tehlikeli ve külfetlidir. Siyaseti dokunulmaz saymak, buna bağlı olarak düşüncemizi siyasi olandan çekmek, protestolarımızı bile, bir imzayla sanal kimlikler üzerinden yapmak, gerçekte siyasi dünyanın bizden öte bir yerde aktığını sanmaktır. Savunma; bireyi sınırlayan, tutan şeylerin farkında olarak, korkunun caydırıcılığıyla sönmeden, yaşamdan bahseder. Çünkü filozofa göre ancak kişinin başkalarıyla kurduğu diyalektik tartışma yöntemi yaşamı sahici kılar. Bizi “egemen kanaate göre, “herkes ve başkaları”, “onlara göre” gibi ifadelerle boğuyorsun. Fakat Glaukon, sen ne düşünüyorsun? Başkalarının kanaatlerinin kibarca incelendiği, çoğunluğa boyun eğilen “demokratik” tartışmalara benzemez felsefe. Bizde hakikate cesaret edilir. (Badiou, Platon’un Devleti, s.71)
Sokrates’in söylemediği şeyler çoktur. En önemlisi ölüme gidişi karşısındaki sükûnetidir. Ne de olsa özgürce fikir yürütülemeyecek bir dünya filozofa yuva olamaz.
Badiou için hakikatlerle ilgili her şeyde, bir karşılaşma olmalıdır. “ Bir hakikat öznesinin oluşumuna girmek, ancak başınıza gelen bir şey olabilir. (…) Bir aşk karşılaşması, aniden kapıldığınız, bu şiirin size hitaben yazıldığı hissi, başlangıçta bulanık gelen güzelliği sizi sonradan sarmalayan bir bilimsel teori ya da bir siyaset mekanının aktif zekası…Felsefe de istisna değildir., çünkü herkesin bildiği gibi felsefi açıdan çıkar gözetmeyen bir çıkarın gereklerine katlanabilmek için, en azından ömrünüzde bir kere, bir Üstat’ın sesiyle karşılaşmış olmanız gerekir.”(Badiou, Etik, s.60 ) Kim bilir belki de Antik dünyanın eski ve değerli bir filozofu olarak Platon’la karşılaşmak; felsefenin ana geleneği olan sorgulama ve diyalektik düşünme yoluyla bizi bir ölçüde ‘dürtüp’ yerimizden kaldırabilir de, yeniden başkalarıyla birlikte barışçıl bir düzlemde doğruyu aramak, tartışmak ve tabii bu sayede ‘dünyaya lüzumsuz bir yük olmamak’ için. Artık sıkışıp kaldığımız mağaradan çıkmak zaruridir (!). Zira “Kimse insanı özgürlüğünden kurtaramaz, kendisi bile…” s.228
*(ahthos arouris: toprağa yük olan, yararsız adam demektir.) İlk olarak Homeros’un kullandığı ve bugün deyim olarak kullanılan bir niteleme, (Homeros, İlyada XVIII 104.) Savunma, İş Bankası Yay, Son notlar s. 186
KAYNAK
- Akarsu, Bedia, (1987), Çağdaş Felsefe. İstanbul, İnkılap Kitabevi.
- Badiou, Alain. (2013 ), Etik, Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme, Çev.Tuncay Birkan, İstanbul, Metis Yay.
- Badiou, Alain, (2015), Platon’un Devleti, Çev.Savaş Kılıç, Nihan Özyıldırım, İstanbul, Metis yay.
- Baudrillard, Jean, (2012), İmkansız Takas, Çev. Ayşegül Sönmezay, İstanbul, Ayrıntı Yay.
- Platon, (2016), Sokrates’in Savunması, Çev. Ari Çokona, İstanbul, İş Bankası Yay.
- Platon, (2004), Sokrates’in Savunması, Çev.Veysel Atayman, İstanbul, Bordo Siyah Yay.