Sosyal Ekoloji doğanın bütünselliğinin topluma da uyarlanmasıdır. Bookchin’in deyimi ile “Radikal sosyal ekoloji… Sürekliliği ve içiçeliği tüm tonlarında, dolayımlarında ve gelişim anlarında okur. Radikal sosyal ekoloji bunları ekoloji dediğimiz geniş ve bağlamsal bütüne dâhil ederek, hücrenin ve bedenin bilgeliğine, zihnin ve doğal yapısının tarihine değer verir.” Böylesi bir bütüncül yaklaşımı ileri sürerek Sosyal Ekoloji Batı uygarlığının ortaya çıkışından beri başına bela olan düalizmi reddeder.
John Clark
Sosyal Ekoloji, benlik, toplum ve doğaya ilişkin kapsamlı ve bütüncül bir anlayıştır. Dahası, teori ve pratiğin tüm temel sorunlarına gelişmiş bir yaklaşımla gelen ilk ekolojik felsefedir. Sosyal Ekoloji temel bir ekolojik ilke olan organik çeşitlilik içinde birlikten yola çıkar ve bütünün faydasının zengin bir bireysellikten ve parçaların birbirleriyle olan karmaşık ilişkisinden geçmeden gerçekleşemeyeceğini kabul eder ve bu temel kavrayışı tüm deneyim alanlarına uygular.
Böylesi bir bütüncül yaklaşımı ileri sürerek Sosyal Ekoloji Batı uygarlığının ortaya çıkışından beri başına bela olan düalizmi reddeder: ruhu (spirit) maddeye, tini (soul) bedene, insanlığı doğaya, öznelliği nesnelliğe ve aklı duygulara karşı koyan bir düalizm; uygarlığın tarihinde merkezi bir yer edinmiş olan sosyal bölümlerle derinden ilişki olan bir düalizm – yöneten ve yönetilen, zengin ve fakir, kentsel ve kırsal, “uygar” ve “vahşi”, erkek ve kadın; kısaca hükmeden ve hükmedilen.
Bu düalizme karşı olarak Sosyal Ekoloji, Bookchin’in “denge ve uyumun değişen farklılaşmalarla sağlandığı dinamik bir çeşitlilik birliği” olarak adlandırdığı ekolojik bütünlük ilkesini ortaya koyar. Sonuç olarak, “durağanlık basitlik ve homojenliğin bir işlevi değil, karışıklığın ve çeşitliliğin işlevidir.[1] Evrimin izlediği yol çeşitliliği arttırmayı çabalayan bir süreç olarak görülür. Buradan hareketle, sadece biyolojik çeşitlilik ve birbiriyle ilişkillik anlamında değil, aynı zamanda değer zenginliği anlamında da durmaksızın artış gösteren bir çeşitlilik zenginliği vardır.
Bu nedenle, evrim, yönlendiriciliği olan ve aşamalı olarak potansiyelin ortaya çıkışını içeren bir gezegensel gelişim süreci olarak görülmelidir. Böylelikle Sosyal Ekoloji antik Yunanlılardan 20. yüzyılın en gelişmiş süreç felsefelerine kadar uzanan geniş bir teleolojik geleneğin parçasını oluşturur. Fakat Bookchin “teleoloji” terimini deterministik çağrışımlarından ve aşkın bir kaynak ve düzen olarak kabul edilen hiyerarşik bir dünya görüşüyle ilişkilendirilmesinden dolayı reddeder. Evrimin ve dünya tarihinin daha önceden belirlenmiş, zaruri bir seyri yoktur. Potansiyelin ortaya çıkışı “klasik teleolojinin ‘mutlak galibiyeti'” yerine en doğru “yönelim veya nisus (gayret ç.n)” olarak açıklanabilir.”[2]
Doğanın bu yönlülüğü eski Taoist filozoflar tarafından bulunan içkin teleolojiye çok benzer. Taoistler her varlığın özünde bir Tao’ya, bir “yol”a sahip olduğunu veya kendisine özgü bir faydanın peşinden koştuğunu anlatmıştır. Yine de bir bütün olarak gerçeklik (ya da en canlı biçimde deneyimlenen kısmı, canlı Doğa, biyosfer) daha evrensel bir “yol”a sahiptir ve bu yol yalnızca tüm bireysel faydanın uyumlu bir şekilde gerçekleştirilmesiyle ortaya çıkabilir.[3]
Tam da bu sebepten ötürü zihnin ve yaşamın gelişme sürecinin tamamı değer elde etmeye yönelik bir harekettir. Bookchin’e göre, “evren, en dinamik ve yaratıcı özelliği giderek daha karmaşık biçimlere dönüşen, kendi kendini örgütleme kapasitesi olan, sürekli çabalayan ve gelişen -sadece hareket eden değil- bir alt yapıya tanıklık etmektedir.”[4] Yaşam ve zihin ölü ve bilinçsiz bir evrende raslantısal ve şansa dayalı olarak ortaya çıkmamıştır. Aksine, tözün içerisinde yaşamı, bilinci ve özbilinci üreten bir yönelim vardır; varlığın tüm alanlarında kendini farklılaştıran, karmaşıklığı ve çeşitliliği tahakkuk eden bir yönelim.
Zihin de Doğada ve Tarihte Kök Salmıştır
Doğada bu tür bir değişimin tüm aşamaları devamında gelen aşamalara dâhil edilir. Dolayısıyla bir varlığın büyük ölçüde kendi tarihinden oluşmasında önemli bir anlam yatar. Bookchin’in bu fikri ifade ettiği gibi, “radikal sosyal ekoloji… sürekliliği ve içiçeliği tüm tonlarında, dolayımlarında ve gelişim anlarında okur. Radikal sosyal ekoloji bunları ekoloji dediğimiz geniş ve bağlamsal bütüne dâhil ederek, hücrenin ve bedenin bilgeliğine, zihnin ve doğal yapısının tarihine değer verir.”[5] Sosyal Ekoloji, daha önce geleneğin asla anlayamadığı bir şekilde, tüm fenomenler gibi zihnin de doğada ve tarihte kök salmış olarak anlaşılması gerektiğini kavrar.
Eğer doğal tarih, yaşamın, bilincin ve özbilinçli zihnin ortaya çıkışının tarihiyse, o halde aynı zamanda özgürlüğün gelişiminin tarihidir de. Sosyal Ekoloji özgürlüğü esasen özerklik olarak görür. Bu bağlamda özgürlük varlığın her seviyesinde bir dereceye kadar bulunur: atomun kendini organize etme ve dengeleme yönelimlerinden, canlı organizmaların büyüme ve metabolik faaliyetlerine, kişilerin, toplumların, ekosistemin ve biyosferin kendini gerçekleştirme sürecine kadar. Bookchin’e göre, “en ilkel haliyle özgürlük, hayatın yönlendiriciliğinde, özellikle bir organizmanın kendisi olmak ve kimliğini bozan dış güçlere direnmek için gösterdiği çabada zaten mevcuttur.” İşte bu “germinal özgürlük” evrimin seyriyle beraber gelişir ve nihayet tam anlamıyla gelişmiş bir insan topluluğunun hedefi olan “sınır tanımayan irade ve özbilinç” haline gelir.[6]
Bu gezegensel evrim bütüncül bir süreç olarak görülmelidir, bireysel organizmaların veya türlerin bir adaptasyon mekanizması olarak değil. “Türler sadece birlikte ve simbiyotik olarak evrimleşmekle kalmaz, bir bütün olarak ekosistem, kendisini oluşturan türlerle karşılıklı eşzamanlılık içinde gelişir ve parçalarıyla ilişkili olarak geniş bir bütün rolü oynar.”[7] Dolayısıyla, özgürlüğün aşamalı olarak ortaya çıkışı hayatın her katmanında simbiyotik işbirliğine dayanır – Kropotkin’in de yaklaşık olarak yüzyıl önce dediği gibi. Bookchin’e göre son araştırmalar şunu göstermektedir: “Karşılıklı natüralizm türler arası ilişkilerde de geçerli olmakla kalmaz, – karmaşık hücresel formların içinde ve arasında da olmak üzere.-aynı zamanda morfolojik olarak da geçerlidir “[8] O halde doğada çarpıcı bir süreklilik görebiliriz, böylece hedeflediğimiz özgür, mutualist toplum varlığın en temel seviyelerinde kök salar.
Sosyal Ekolojiye göre organik sistemlerin ve evrimlerinin bu bütüncül, gelişimsel anlayışı etik ve politika için müthiş bir önem taşır. Hakikaten de, ancak insanlığın doğadaki yeri ve doğal süreç anlaşıldığında değer meselelerini yeterince değerlendirebiliriz. Biz o zaman kendi değer verme ve iyiyi bulma deneyimimizi, doğada değerin ortaya çıkışı ve gelişimine dair geniş sürecin bir parçası olarak görürüz. Değer, her varlığın kendi özel doğasına göre, kendi seyri içinde elde edilir ve böylece mümkün olan en yüksek derecede iyiliğe ulaşır.
Fakat, ekolojik bir bakış açısıyla, gezegensel faydanın gerçekleştirilmesi yalnızca tüm varlıklar tarafından elde edilen tüm tikel faydaların toplamından ibaret değildir. Çünkü biyosfer bu varlıkların parçası olduğu bir bütün ve üyesi olduğu toplumdur. Dolayısıyla ortak fayda yalnızca indirgemeci olmayan, bütüncül bir tavırla var olabilir. Bu faydanın elde edilmesinde insanlığın önemli konumu küçümsenemez. Bu, büyük ölçüde insanlığın teknik kapasitesi nedeniyle doğrudur. İnsanlık ya doğayla mantıklı ve ölçülü bir işbirliği yaparak evrimsel gelişime yardımcı olacak ya da nükleer imha veya biyosferin bozulması yoluyla bu sürece son verecektir. Ancak, daha temel bir anlamda, insanlığın doğadaki rolü, türümüzün, doğanın evrimsel olarak kendini gerçekleştirmesinde şimdiye dek ortaya çıkan en fazla gelişmiş olan varlık alanına mal olmasından kaynaklanmaktadır.

Ekolojik Etiğin Görevi Ayrımlar Yapmak Olmalıdır
Bunu söylemek, insanlığı doğanın nihai ve hatta tek sonucu haline getiren bir insan merkezciliği benimsemek değildir. Biyolojik eşitlikçilik uğruna evrimsel gelişmeleri görmezden gelen bir biyomerkezcilik de değildir. Aksine, insanlığın kendi iyiliğini gezegensel iyiliğin daha geniş bağlamı içinde konumlandırmasını ve aklı gezegensel akla dönüştürmesini gerektirmesi anlamında ekosentriktir. Bookchin’in belirttiği gibi, ekolojik etiğin “en önemli rolü hangi eylemlerimizin doğal evrimin itici gücüne hizmet ettiğini ve hangilerinin onu engellediğini ayırt etmemize yardımcı olmaktır.”[9]
Bu nedenle insan toplumu ekolojik irfana başvurarak kendini dönüştürmeli ve yenilemelidir, böylelikle insan toplumu doğal bir ekolojik sistemin içinde sosyal bir ekolojik sistem haline gelir. Bu “çeşitlilik-içinde-birliğe, kendiliğindenliğe ve hiyerarşik olmayan ilişkilere dayanan bir ekosistem” olarak görülmelidir.[10] Bu, yeni bir ekolojik duyarlılığın sosyal varlığımızın tüm safhalarına nüfuz edeceği anlamına gelir. Böyle bir duyarlılık “biyosferin dengesi ve bütünlüğünü kendi içinde bir amaç olarak” görür.[11] Ayrıca gezegensel eko toplumumuzu paylaşan tüm farklı varlıkların kendini gerçekleştirme sürecinin (Tao veya “yol”) özünde olan faydanın farkındadır.
Hâkimiyetsizlik zihniyeti mevcut hiyerarşik bakış açısının yerine geçtikçe, “ötekine kendi iyiliği için saygı duyan ve yaratıcı, sevgi dolu ve destekleyici bir ortak yaşam biçiminde aktif olarak karşılık veren yeni bir animizm” ortaya çıkar.[12] Bu sebeple doğanın her yerinde görünen mutualizm (karşılıklı yardımlaşma ç.n ) en yüksek gelişimine mutalist değerler ve algılar sisteminde ulaşır.[13] Bu yeni duyarlılık, her düzeyde gerçekleşmesi gereken yenilenme sürecine yön gösterecektir: doğadan topluma ve oradan da tikel kişiye.
Doğanın yenilenmesi bugün ekolojik bir hareket için belki de en belirgin görevdir. Sosyal Ekolojiye göre doğa ve insan arasındaki dengeyi onaracak ve biyosferin bozulma sürecini tersine çevirecek olan eko toplumlar ve eko teknolojiler yaratmak elzemdir. Ekolojik bir toplum çevreye hâkim olmaya çalışmayacaktır, daha ziyade ekosistemin dikkatle entegre edilmiş bir parçası olacaktır. Obsesif, kontrolsüz üretim ve tüketim sistemini devam ettirmek yerine toplum, “hane kurallarının” dikkatlice uygulanması ve gözetilmesi olan hakiki bir eko-nomi uygulayacaktır. İnsanların ekosistem üzerine ne ölçüde arzu edilen bir etkiye sahip olduğuna ancak hem doğa adına hareket etme kabiliyetimizin hem de doğal dengeleri bozmamızın zararlı etkilerinin dikkatli bir şekilde analiz edilmesiyle karar verilebilir.
Toplumun da Kendi İçinde Uyum ve Dengeyi Yakalaması Gerekir
Doğayla uyumun sağlanmasının ön koşulu toplumun kendi içinde uyum ve dengeye ulaşmasıdır. Politik ve ekonomik güce dayalı mekanik örgütlenmelerin yerini, ortak ekolojik değerler ve ortak yaşama bağlılıkla düzenlenen organik bir toplum almalıdır. Bookchin’in savunduğu kıtlık-sonrası toplum, metaların üretim ve tüketimini büyük ölçüde artmasıyla ya ya da maddi malların “kitlelere” daha “eşit” bir şekilde dağıtılmasıyla “zorunluluk alanını” aşmaz. Bir toplum her vatandaşına eşit şekilde artan dozlar uygulayarak zararlı madde bağımlılıyla mücadele etmez.
Bunun yerine eko toplum ihtiyaçlar sisteminin eleştirel bir analizi ve yeniden şekillendirilmesi yoluyla bolluğa ulaşacaktır. Ekolojik duyarlılığının geliştirilmesi kültürel ve spiritüel (manevi. ç.n) zenginliğin önemine dair farkındalık yaratacaktır: yakın insan ilişkilerinden, estetik hazdan, çeşitli insan potansiyellerinin ortaya çıkmasından, kendiliğindenlikten, oyundan ve üretici ve tüketici rasyonalitenin öldürücü elinden kurtarılmış tüm faaliyetlerden gelen zenginlik. Eko toplum daha fazla sadelik arayacak ve kitle toplumunda mevcut olan gizemli ve insanlıktan çıkarıcı ekonomik, teknik ve politik sistemleri reddedecektir. Bu toplum gelişmiş kişiliğin, ince becerilerin, disiplinli zekânın ve serbest hayal gücünün karmaşıklığına büyük değer verecektir. Kısacası, bir eko toplumun en büyük serveti zengin bir incelikle işlenmiş özgürlükçü ve komüniteryen kültürün yeşermesinden oluşacaktır.
Böyle bir kültürden ortaya çıkacak olan sosyal formlar ekolojik çeşitlilik-içinde-birlik idealini bünyesinde bulunduracaktır. Temel birimlerden biri sevgi, dostluk, paylaşılan değerler ve ortak bir yaşama bağlılığa dayalı, sıkı sıkıya örülmüş, küçük bir topluluk olan komün olacaktır. Komün en samimi ve yakın “akrabalık” ilişkisi üzerine kurulmuştur, bu akrabalığın biyolojik olup olmadığı fark etmeksizin. Ek olarak, sosyal hayalin her alanındaki kooperatif kuruluşlar oluşturulacaktır: çocukların bakımı ve eğitimi, üretim ve dağıtım, kültürel yaratım, oyun ve eğlence, dışavurum ve spiritüel yenilenme için olan karşılıklı oluşumlar. Örgütlenme iktidarın taleplerine değil, özgür sosyal varlıklar olarak kişilerin kendilerini gerçekleştirmesine dayanacaktır.
Böyle bir dönüşüm “politik” görüşümüzde büyük değişimleri gerektirecektir. Bookchin’in de belirttiği gibi, “bütünleyiciliğe dayalı, çeşitlendirilmiş ve kendini geliştiren bir ekosistem olarak düşünülen toplum… İnsan ölçeğini, âdemi merkeziyetçiliği, hiyerarşisizliği, komüniteryanizmi ve vatandaşlar arasında yüz yüze etkileşimi” vurgulayan çok farklı bir siyaset nosyonu ortaya koyar.[14] Karar vermenin en ideal yöntemi uzlaşıdır, ve bu da sürece dahil olan herkesin kıymetinin ve kabiliyetlerinin tamamıyla tanınmasına dayalı bir neticeyi gerektirir. Ancak bu mümkün olmadığı ölçüde, özgürlük ve topluluk değerlerinin pratikte sentezlenebilmesi için demokrasinin en katılımcı biçimleri gereklidir. Nihai otorite yerel toplum düzeyinde, yani yaşanmış deneyim düzeyinde muhafaza edilmelidir.
Mahalle Ve Şehir Meclisleri Potansiyelimizi Ortaya Çıkarır
Bu sebeple, şehir ya da mahalle meclisi hayati önem taşıyan politik yapılardır. Bu meclis tüm yurttaşlara ihtiyaç ve isteklerini kamuya açık bir şekilde dile getirebilecekleri bir alan sunar. Gerçek yurttaşlığın geliştirilebileceği ve uygulanabileceği bir çevre yaratır. Ekolojik duyarlılık ve ekolojik kültürün çeşitli yakınlık grupları, kooperatifler, kolektifler ve dernekler aracılığıyla gelişebileceği düşünülebilirse de, topluluk meclisi bu çokluğun birleştirilebileceği ve koordine edilebileceği bir forum yaratır ve her bir vatandaşın tüm topluluğun iyiliğini canlı bir şekilde düşünmesine olanak tanır.
Martin Buber, “insan ırkının bütün kaderinin komünün yeniden doğuşunun” olup olmayacağı sorusuna bağlı olduğunu yazmıştır.[15] Buber, dünyanın kendi kendini yok eden yolundan çıkabilmesi için evrensel bir topluluk haline gelmesi gerektiğini açıkça kavradı. Ve böyle bir topluluğun ancak “topluluklar topluluğundan” oluşabileceğini açıklıyor. Eğer insanlar derin bir topluluk duygusu geliştiremezlerse, yani otantik bir arkadaş ve komşu topluluğu içinde yaşamanın fiili pratiği yoluyla toplumsal varlıklar haline gelemezlerse, o zaman bizi birbirimizden ayıran uçurumlar asla kapatılamaz.
Böyle bir olasılık en kişisel düzeyde, yani benlik düzeyinde yenilenmeye bağlıdır. Bookchin’in ifade ettiği gibi, Sosyal Ekoloji benliği aklın, tutkunun ve hayal gücünün uyumlu bir sentezi olarak görür. Hiyerarşik iktidar her zaman benliğin birçok boyutunun bastırılmasını talep etmiştir. Odysseia kadar erken bir tarihte, medeni insanın paradigmatik modeli olan Odysseus’i Kirke, Sirenler, Lotus Yiyiciler, Scylla ve Charybdyler ve benzeri biçimlerde, doğanın, arzunun, dişil olanın, ilkel olanın, bilinçdışının güçlerine galip gelirken görürüz. Ve tahakkümün ilk büyük ideoloğu olan Platon’da medeni rasyonalitenin ruhun tek gerçek insani parçası olarak yüceltilirken, arzu her şeyi yok eden ve yutan “çok başlı canavar” olarak karalanır.
Sosyal Ekoloji, farklı yönlerin karşılıklı olarak uyumlu bir gelişim gösterdiği çok yönlü bir benlik idealini onaylar. Benlik organik bir bütün olarak, hatta sürekli kendini dönüştürme ve kendini aşma sürecinde olan bir bütün olarak görülür. Tamamlanmış bir bütün, “yönetici bir parçası” olan hiyerarşik bir sistem olan benlik miti, bir tahakküm sistemine uyumu kolaylaştırmak için tasarlanmış bir kurgudur. Benlik bir yandan kendi bireyselliğini içerir: kendi içsel ethos’unu, büyük ölçüde kendi doğasından kaynaklanan bir iyiye doğru çabalamasını. Yine de bu faydanın doğası ve ona doğru gelişim, kişinin diğer kişilerle, toplumla ve doğanın geri kalanıyla diyalektik etkileşiminden ayrı olarak anlaşılmaz. Dolayısıyla amaç, hem bireysel benzersizliğin hem de toplumsal varlığın azami düzeyde gerçekleştirilmesidir.

Benlik Akıl Kadar Tutku ve Hayal Gücüdür de
Benlik ve topluma dair bu anlayış tüm gerilimlerin ve çatışmaların mucizevi bir şekilde yok olacağını kabul etmez. Aslında bu yanılgı reaksiyoner “adaptasyon” ideolojilerine daha çok uyar. Bunun yerine, kişisel gelişimin yalnızca benlik içinde ve benlik ile diğerleri arasında diyalektik etkileşim yoluyla gerçekleştiği kabul edilmelidir. Akıl, tutku ve hayalgücü arasındaki karşılıklı ilişki her zaman dinamik olacak ve uyumsuzluk eğilimi gösterecektir. Benliğin kaçınılmaz çokluğunu kabul eden Sosyal Ekoloji, insan tutkularının ve çıkarlarının muazzam çeşitliliğini asla inkâr etmememizi veya bastırmamamızı öğütleyen büyük ütopyacı filozof Fourier’nin geleneğindedir. Fourier’e göre bu çeşitliliğin hepsi mümkün olan en yüksek derecede tanınmalı, onaylanmalı ve uyumlaştırılmalıdır – böylece benlik, topluluk ve doğa kadar çeşitlilik içinde karmaşık bir birlik olabilir.
Bookchin çok doğru bir şekilde belirttiği gibi gerçek ekolojik bir toplumun yaratılışı, her şeyden öte, bir sanat eseridir. Aynı doğrultuda organik benliğin yaratılışının, çokluğun bu karmaşık birliğinin, insanlığın ve doğanın şimdiye kadar üstlendiği en mükemmel sanat eseridir diyebiliriz. (Telos)
John Clark-Loyola üniversitesinde Felsefe Bölümünde Öğretim Üyesi. Max Stirner’s Egoism, The Philosophical Anarchism of William Godwin, The Anarchist Moment, Anarchy, Geography, Modernity, The Impossible Community, and The Tragedy of Common Sense(forthcoming). He edited Renewing the Earth: The Promise of Social Ecology and Elisée Reclus’ Voyage to New Orleans, and Environmental Philosophy: From Animal Rights to Radical Ecology başlıca kitaplarıdır. Bunun yanında Max Cafard Takma ismi ile de yazdığı kitaplar mevcuttur. Bunlarda he Surregionalist Manifesto and Other Writings, Surregional Explorations ve Lightning Storm The Anarchist Moment’ın ikinci cildi, toplumsal ekoloji felsefesinin kapsamlı bir yeniden formülasyonu olan Between Earth and Empire;. Surregional Explorations, and Lightning Storm Mind toplumsal imgelemin radyoaktif nesnesinin bir analizi olan The Nuclear Thing; egoizm ve nihilizmin bir eleştirisi olan The Trail of the Screaming Forehead kitaplarının yanında dört yüz sayfalık aile yazışmalarının çevirisine dayanan, on dokuzuncu yüzyıl New Orleans’ında kültür ve kriz üzerine tarihsel-felsefi bir düşünce olan Bitter Heritage üzerinde de çalışmakta.
John Clark’ın dilimizde tek basılı Kitabı Camille Martin İle Beraber yazdıkları Anarşi-Coğrafya-Modernite-Elisée Reclus’nün Seçilmiş Yazıları-Çev. Osman Yener-Murat Devres. Can Yayınları 2016 İlk yayınlanan makalesi ise Sosyal Ekoloji Çevre Felsefesi Adı ile (A Social Ecology )adı ile ecotopianetwork sitesinde yayınlandı. Üç Ekoloji dergisinde Topluluk Mikro Ekolojisi (The Microecology of Community), itaatsiz.org sitesinde ise Belediyecilik Hayalleri: Bookchin’in Politikasının Toplumsal Ekolojik Eleştirisi (Municipal Dreams: Social Ecological Critique of Bookchin’s Politics”) adlı makaleleri oldu.
John Clark’ın Yayınladığımız Metni What İs Social Ecology? İlk olarak Murray Bookchin’in anısına yazılmış makaleler koleksiyonu olan 1988’de Telos’ dergisinin “A New Vision of the World” ile ilgili özel sayıda yayınlandı..
Not: Metnin orijinalinde olmayan ara başlıkları metinin rahat okunabilmesi için biz ekledik.
[1] Murray Bookchin, The Ecology of Freedom: The Emergence and Dissolution of Hierarchy. Palo Alto, California: Cheshire Books, 1981, s. 24. (Özgürlüğün Ekolojisi: Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı ve Çözülüşü, Çev. Alev Türker, İstanbul-, Ayrıntı Yayınları, 1994)
[2] Murray Bookchin, “Radical Social Ecology,” Harbinger, No. 3, s. 35.
[3] John Clark, The Anarchist Moment: Reflections on Culture, Nature and Power. Montreal: Black Rose Books, l984. b. 7.
[4] Murray Bookchin, “Towards a Philosophy of Nature,” in Michael Tobias, Deep Ecology. San Diego, California: Avant Books, 1984, s. 229.
[5] Bookchin, “Radical Social Ecology,” s. 30.
[6] Murray Bookchin, “The Radicalization of Nature,” in Comment, 1 July 1984, s. 7.
[7] Ibid, s. 6.
[8] Bookchin, “Toward a Philosophy of Nature,” s. 230.
[9] Bookchin, The Ecology of Freedom, s. 342.
[10] Murray Bookchin, Toward an Ecological Society. Montreal: Black Rose Books, 1980, s. 69.
[11] Ibid, s. 59.
[12] Ibid, s. 268.
[13] Bookchin, “Radicalization of Nature,” s. 15.
[14] Bookchin, “Radical Social Ecology,” s. 33.
[15] Martin Buber, Paths in Utopia. Boston: Beacon Press, 1955, s. 136.