Fransa’daki Ayaklanmanın Kökleri
Bu mahallelerin sakinleri her gün polis tarafından aşağılanmaya, korkutulmaya ve misillemeye maruz kalmaktadır. Ülkenin siyasi hayatından dışlanmanın yanı sıra, göçmen kökenli gençler sürekli kontrol ediliyor, hakarete uğruyor ve tutuklanıyor. Aynı şekilde, en güvencesiz olanların hayatta kalmak için bağımlı oldukları tüm faaliyetler ve küçük çaplı ticari faaliyetler ağır bir şekilde kriminalize edilmektedir.
Aşağıdaki metin, Paris’in bir banliyösü olan Nanterre kentinde Nahel Merzouk adlı gencin Fransız polisi tarafından öldürülmesinin ardından yaşanan olayların üçüncü gününde Fransız yoldaşlar tarafından bize gönderilmiştir. Bu metin, durumun bir analizini ve 1970’lerden başlayarak Fransa’da polis şiddetine karşı verilen mücadelenin genel bir değerlendirmesini sunmaktadır.
Bugün bu hareket sokaklarda, medyada ve mahkemelerde yoğun bir baskıyla karşı karşıya. Şu ana kadar Nahel’in yanı sıra en az üç kişi öldürüldü. Uzman askeri polislerin ülke genelinde konuşlandırılmasına odaklanmak yerine, Nahel’i ve kendilerini savunmak için hayatlarını riske atan gençlerin çabalarıyla başlamayı tercih ediyoruz.
Sokaklarda pek çok kişi öfke duygularının ve mücadelenin yoğunluğunun 2005 yılındaki ayaklanmaları anımsattığını söylüyor. Tıpkı 2005’teki öğrenci hareketinin ardından gerçekleşen o ayaklanmalar gibi, bu gerçek ayaklanma da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından dayatılan ve ilkbaharda eşi benzeri görülmemiş bir baskıyla karşılaşan emeklilik reformuna karşı güçlü hareketi takip etti. Fransa’da polis, muazzam kaynak tahsisine ve gerçek anlamda yasal cezasızlığa rağmen, hem algılanan meşruiyetini hem de halkın geniş kesimlerini pasifliğe itme becerisini kaybediyor gibi görünüyor.

Nahel İçin Adalet
27 Haziran 2023 tarihinde, 17 yaşındaki Nahel Merzouk Nanterre’de araba kullanırken motosikletli polisler tarafından yol kontrolü için durduruldu ve ardından soğukkanlılıkla öldürüldü. Yolculardan birinin daha sonra anlattığı üzere, polis memurlarından biri Nahel’i “Kıpırdama yoksa kafana bir kurşun sıkarım” diye tehdit etti. Ardından her iki memur da arabanın açık penceresinden Nahel’e vurdu. Aldığı darbelerle sersemleyen Nahel yanlışlıkla freni bırakıp gaza basmış ve bunun üzerine memurlardan biri onu vurarak öldürmüştür. Tüm bunları biliyoruz çünkü sahnenin neredeyse tamamı filme alındı.
Nahel’in öldürülmesine ilişkin video kısa sürede sosyal medyada viral hale geldi ve bu da ardından gelen huzursuzlukta önemli bir rol oynadı. İnsanlar sokaklarda hızla tepki gösterdi.
İlk gece olan 27 Haziran’dan itibaren Nanterre ve Paris’in diğer banliyölerinde (Mantes-la-Jolie, Boulogne-Billancourt, Clichy-sous-Bois, Colombes, Asnières, Montfermeil) ve Fransa genelinde (Roubaix, Lille, Bordeaux…) ağırlıklı olarak göçmenlerin yaşadığı mahallelerde şiddetli çatışmalar patlak verdi.
Nahel’in ailesi, kardeşi 2016 yılında polis tarafından vahşice öldürülen Assa Traoré ve eski “Mouvement de l’Immigration et des Banlieues” (MIB) (Banliyö ve Göçmenler Hareketi)[1] militanlarının yardımıyla bir “Hakikat ve Adalet Komitesi” (“Comité Vérité et Justice”) kurdu. Asalet ve cesaret timsali Nahel’in annesi, 29 Haziran öğleden sonra Nanterre’de büyük bir marche blanche (“beyaz yürüyüş”) düzenlenmesi çağrısında bulundu.
Hükümet 29 Haziran sabahı Nahel’i öldüren polis memurunun kasten adam öldürme suçu işleyip işlemediğine dair bir soruşturma başlattığını açıkladı. Görünüşe göre bu durum insanları yürüyüşe katılmaktan vazgeçirmedi.
Bu büyük yürüyüş tahminen 15,000 kişiyi bir araya getirdi. “Herkes polisten nefret ediyor”, “Polis, tecavüzcü, katil” ve “Nahel için adalet” gibi sloganların ritmiyle Nahel’in son yolculuğunun izini sürdüler. Bir pankartta “Başka kaç Nahel filme alınmadı?” yazıyordu.
O andan itibaren, Nahel’in ölümünün büyük bir şok yarattığı ve protestocuların çoğunun kurbanın ailesiyle dayanışma içinde yürüdüğü açıktı. Ancak talepler aynı zamanda çok daha geniş bir konuyla ilgiliydi: polisin toplumumuzdaki rolü. Sanki bunun farkındalarmış gibi, polisler bu barışçıl yürüyüşü Nanterre’deki Préfecture’e (merkezi hükümetin bölgesel şubesi) ulaştığında gazlamaya karar verdi ve La Défense’ın şık iş bölgesine kadar yayılan yeni bir çatışma dalgası başlattı. Genç isyancılar arasında duyulan mesaj “Eğer yürüyüş yapmamıza izin vermezlerse, her şeyi mahvederiz” oldu.
Çok sayıda olduğu için 29 Haziran akşamı harekete katılan her ilçe ve kasabayı listelemek imkânsızdır. Hükümetin cinayeti soruşturacağını açıklamasıyla azalmayan bu üçüncü huzursuzluk gecesi, harekete daha önce görülmemiş bir kapsam kazandırdı. Jeunes de quartiers (medya ve politikacıların sık sık kullandığı tabirle “mahalleli çocuklar”) arabaları, motosikletleri, scooterları, yerel ve ulusal polis karakolları, okullar, belediye kütüphaneleri, valilik ve belediye binaları gibi kamu binalarını ateşe verdi. Polisle çatışmalarda havai fişek kullanmanın yanı sıra sokak mobilyalarını tahrip etmiş, süpermarketleri yağmalamış ve inşaat alanlarını ateşe vermişlerdir. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde bu silahlar, her gün tacize ve keyfi polis operasyonlarına maruz kalan gençler arasında tercih edilen bir öz savunma silahı haline geldi..
Ülke çapındaki bu isyan durup dururken ortaya çıkmadı. Büyük ölçüde yatay, öngörülemez ve kendisini harekete geçiren özlemler doğrultusunda sürekli olarak yeni direniş biçimleri icat etmesi anlamında kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Ancak bu isyan aynı zamanda devletin sömürge sonrası göçü yönetme biçimine bir yanıt olarak ortaya çıkmaktadır

Ayaklanmanın Arka Planı
1960’lardan bu yana Fransız devleti, Kuzey ve Batı Afrika’daki eski sömürgelerinden “ithal ettiği” işgücünden yararlandı. Başlangıçtaki plan bu işçilerin Fransa’da bir hayat kurup yerleşmeleri değildi. Belirli bölgelere yerleştirildiler: önce gecekondu mahallelerine, sonra da büyük kent merkezlerinin çevresindeki projelere – “cités”-. Bu bölgeler “banliyöler” olarak bilinmeye başlandı.
1970’lerde, Siyah ve Arap işçilerin Fransa nüfusunun kalıcı bir parçası olduğu ortaya çıktığında, bu durum siyasi bir sorun haline gelmiştir. Birbiri ardına iktidara gelen siyasi partiler bir istisna politikası benimsedi. Amaç, ırksal sınırları korumak ve sürekli olarak incelenen ve sosyal düzen için bir tehdit olarak tanımlanan bir insan kategorisini kontrol etmekti. Sonuç olarak, işçi sınıfı göçmen mahalleleri esas olarak polis baskısı yoluyla yönetilmiştir. Polis (ve yerel polisin bağlı olduğu valilikler), Fransa’nın kendi polislik anlayışının deney alanları haline gelen “cités “lerdeki günlük faaliyetlerin yönetimi ve kontrolünden neredeyse tamamen sorumludur.
Bu mahallelerin sakinleri her gün polis tarafından aşağılanmaya, korkutulmaya ve misillemeye maruz kalmaktadır. Ülkenin siyasi hayatından dışlanmanın yanı sıra, göçmen kökenli gençler sürekli kontrol ediliyor, hakarete uğruyor ve tutuklanıyor. Aynı şekilde, en güvencesiz olanların hayatta kalmak için bağımlı oldukları tüm faaliyetler ve küçük çaplı ticari faaliyetler ağır bir şekilde kriminalize edilmektedir.
Ayaklanmalar, Fransa’da ırkçı saiklerle işlenen polis cinayetlerinin uzun tarihi bağlamında da anlaşılmalıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi Fransa’da da, egemen insanlık anlayışından dışlanan bireylere karşı karşılıksız şiddet kullanımı, ırksal kategorileri üreten ve sürdüren mekanizmalardan biridir. Polis 1970’lerden bu yana yüzlerce Siyah ve Arap genci öldürmüştür. Bu kısmen, göçmen mahallelerindeki yoğun ve sürekli polis varlığının bir sonucudur; daha genel olarak, Fransız devleti ile aileleri 1960’lardan sonra Fransız sömürge imparatorluğunun kademeli olarak parçalanmasının ortasında Fransa’ya göç eden gençler arasındaki ilişkiyi tanımlayan yapısal ırkçılığın maddi bir sonucudur.
Onlarca yıldır, quartier’lerdeki (kelime anlamıyla “mahalleler”) insanlar) polis şiddetine karşı açık siyasi pozisyonlar almışlardır. 1983 yılında Lyon ve Marsilya banliyölerinde işlenen bir dizi polis cinayetine tepki olarak “Marche pour l’Egalité” (Eşitlik Yürüyüşü) düzenlenmiştir. Beyaz olmayan gençlere yönelik devlet güdümlü polis şiddetinin bir sembolü olan Vaulx-en-Velin kentinde 1979’dan bu yana her on yılda bir kitlesel ayaklanmalar meydana gelmiştir. 1995 yılında kurulan “Mouvement Immigration Banlieue”, “polis hataları” kurbanlarının aileleri için “hakikat ve adalet” (vérité et justice) için mücadele etti (özürcülerin aşırı polis şiddeti eylemlerini tanımlamak için kullandıkları örtmece). Ana akım siyasi partilerin söylemlerini reddeden, kendi kendini örgütleyen, özerk bir organizasyondu. 2000 yılında Paris’teki mekânından tahliye edildi.
2005 yılında Zyed Benna ve Bouna Traoré adlı iki gencin Paris’in kuzeyindeki Clichy-sous-Bois’de polis tarafından kovalanıp taciz edilmelerinin ardından ölmelerinin ardından bir ayaklanma patlak verdi. Diğerlerinin yanı sıra, 2005 yılında polis tarafından öldürülen Lamine Dieng’i; 2016 yılında polis tarafından öldürülen Adama Traoré’yi; 2017 yılında polis tarafından tecavüze uğrayan Théo Luhaka’yı; 2019 yılında polis tarafından öldürülen Ibrahima Bah’ı hatırlıyoruz.
Her seferinde aynı senaryo: polis cinayet işliyor, sonra da kendini korumak için yalan söylüyor. Bazen bir video ya da bir protesto polisin anlatısına meydan okur ve yetkilileri katile karşı dava açmaya zorlayacak yeterli kanıt sağlar. Ancak polislere karşı açılan yasal süreçler neredeyse hiçbir zaman mahkûmiyetle sonuçlanmıyor. Fransa’da yasalar devletin çıkarlarına hizmet eder; uygulamada ise polise serbestlik ve yasal dokunulmazlık tanınır.
Geçtiğimiz günlerde, devletin kendisini savunanları koruduğunu bir kez daha gördük. Göğsünden vurulduktan sonra Nahel’i tedavi eden sağlık görevlisi, onu öldüren polis memurunun adını medyaya açıklayınca, hemen 18 ay hapis cezasına çarptırıldı. (devam edecek)
[1] Göç ve Banliyö Hareketi (MIB), 1995 yılında kurulmuş bir Fransız örgütüdür. Şiddet kullanımını kınar ve mücadelesini yasal bir çerçeveye oturtur. MIB, göçmenlerin maruz kaldığı kurumsal ırkçılığı ve özellikle de polis şiddetini kınamaktadır. Adalet ve eşit haklar adına MIB, genellikle çifte ceza olarak adlandırılan, hüküm giymiş yabancıların sınır dışı edilmesine karşı kampanya yürüttü. 2007-2009 yılları arasında “Forum social des quartiers populaires” (FSQP) Dünya Sosyal Formunun Fas Ayağı )içinde yer alan MIB, o tarihten bu yana aktif olmayı bırakmış görünmektedir. Bazı aktivistlerinin 2012 yılında “Force citoyenne populaire ” (İşçi sınıfı mahallelerinin sakinleri, siyasi alanda sayılmak ve tam vatandaş olarak kabul edilmek istiyor. Resmi olarak 2 ve 3 Haziran’da başlatılan Popular Citizen Force, onları temsil etmeyi ve fikirlerini Fransız siyasi sınıfı içinde empoze etmeyi amaçlayan Parti). ve diğerlerinin de “Front Uni des Immigrations et des Quartiers Populaires” (özerk bir göçmen gücü ve işçi sınıfı mahalleleri yaratmaktır amacıyla oluşturulan göçmen ağırlıklı s komünist kuruluş) oluşumunda yer aldığı söylenmekte.