Demokrasi erozyonuna ve şirket gücüne dayalı bir sosyal krizden kaynaklanan büyük bir ekolojik krizin ortasındayız.
Dr. Steve Best
Çeviri: Cem Ceboğlu
1960’lar ABD’de ve dünyanın diğer yerlerinde dramatik toplumsal değişimlere sahne oldu. Siyah, kadın, öğrenci ve gay özgürlüğü hareketleri hak, eşitlik ve demokrasi talep ettiler. Yoğun bir savaş karşıtı hareket, hükümetin Vietnam halkını soykırıma uğratmasını, karşı kültür ve Yeni Sol kapitalizme, sosyal hiyerarşi, konformizm, çalışma etiği ve ruhsuz bir toplumun materyalizmine meydan okurken karşı çıkıyordu.
1970’lerin ortalarına gelindiğinde insan hakları ve savaş karşıtı hareketleri önemini yitiriyor; ama çevre hareketi zemin kazanıyordu. Çevre konularının aciliyeti ve onların toplumsal adalet meseleleriyle bağlantısına yönelik daha geniş bir kabullenme söz konusuydu artık, ayrıca “çevreci ırkçılık” gibi meselelere de dikkat ediliyordu.
Büyük Veda
22 Nisan 1970’den bu yana daha fazla nüfus artışı, tüketicilik, arabalar ve otobanlar, kirlilik, ağaçların toplu kesimi, çölleştirme, yaşam alanı kaybı, türlerin yok olması ve buna ek olarak da küresel ısınma var. Birkaç gerçeği sıralamak gerekirse:
- İnsanların 6 milyardan fazla olan nüfusuna her yıl 100 milyon insan ekleniyor.
- İnsanın tüketim seviyesi şu anda gezegenin kapasitesini %20 oranında aştı.
- Endüstriler dünyadaki yağmur ormanlarının yarısını, mercan kayalıklarının dörtte birini yok etti, büyük balıkların %70’inden fazlası tüketildi.
- Gezegenin ortalama yüzey ısısı yüz yıl içerisinde 10 derece artabilir, bu da çok sayıda insanı sıcak ve hastalık yoluyla öldürebilir demek.
- Giderek ısınan bir dünyada buzullar kutuplarda, Grönland’da, dağ ve Alplerde hızla eriyor, kutup hayvanlarının doğal yaşam alanlarını yok ederken yükselen deniz seviyeleri sebebiyle milyonlarca çevre mültecisi yaratıyor.
Bizler gezegende yaşanan 6. Büyük yok oluş krizinin tam ortasındayız. Geçmişte yaşanan örneklerden farklı olarak şu anda yaşadığımız yok oluş krizi meteorlar gibi doğal olaylardan kaynaklanmıyor, doğal yaşam alanlarının yok edilmesi gibi insan eylemleri sonucunda meydana geliyor. İnsan kaynaklı değişimler türlerin yok olmasını daha önce dinozorların yok olduğu dönemdeki oranlara kıyasla bin ile on bin kat arasında hızlı bir şekilde etkiliyor. Korumacı biyologlar yüzyılın ortasına kadar dünya üzerinde var olan hayvan ve bitki türlerinin üçte birinin yok olacağını öngörüyorlar. Şu anda 5,500 hayvan türü yok olma tehdidiyle karşı karşıya, buna büyük kuyruklu maymunlar, Florida panteri, pandalar, boz kurtlar, California akbabası ve kara gergedanlar da dahil.
Aşırı nüfus artışı, türlerin yok olması, doğal yaşam alanlarının kaybolması, ormansızlaştırma, çölleştirme, küresel ısınma, Ebola, Deli Dana hastalığı, şap hastalığı, SARS, Asya kuş gribi, kurbağa ve diğer hayvanlardaki genetik mutasyonlar ve insanlarda görülen hormon bozuklukları insan toplumunun doğal dünyayla bağlantısının koptuğunun ve akıl dışı ve sürdürülemez bir varoluş yolu seçtiğinin büyük işaretleri.
Demokrasi erozyonuna ve şirket gücüne dayalı bir sosyal krizden kaynaklanan büyük bir ekolojik krizin ortasındayız. Yunanca’da kriz karar anlamına gelir, şu anda evriminde kritik bir dönüm noktasında bulunan insanlığın gezegen üzerindeki varoluşuna yönelik ciddi kararlar ve seçimler yapması gerekiyor. İnsan kimliği, değerleri, etiği, dünya görüşleri ve sosyal organizasyon modunun yeniden yapılanmaya, üzerinde yeniden düşünmeye gereksinimi var. Çince’de kriz hem fırsat hem felaket anlamına geliyor. Hasta bir bireyde kanser kişisel büyüme için katalizör görevi görür. Hasta bir tür olarak insanlar MadMax ve Waterworld gibi filmlerin disütopik geleceklerinde helak olup gidebilir ya da korkunç hatalardan bir şeyler öğrenme fırsatını yakalayıp sosyal ve ahlaki evrimde daha yüksek seviyelere ulaşabilirler.
İnsan Vebası
Tek bir biyolojik tür, gezegende bulunan diğer 10 milyon türe zarar veriyor; çünkü Homo sapiens bugün gezegeni dinozorların yüz milyon yıl önce gezegene hakim olması gibi yönetiyor. Yeni bir jeolojik çağa giriyoruz: Antroposen .2004 yılı Mart ayında hazırlanan Earth PolicyInstitute raporuna göre “İnsanlar gezegenin buzullar kaplı olmayan alanlarının neredeyse yarısını dönüştürdüler, bu da doğanın geri kalanına ciddi etkilerde bulundu. Her yıl dünya ormanları 16 milyon hektar azalıyor, bunların çoğu tropikal ormanlarda meydana geliyor, bu tür yerlerde biyoçeşitlilik seviyeleri yüksek. Dünyanın değişik yerlerindeki 173 memeli türünde yapılan araştırmalarda bu türlerin coğrafi alanlarının son 30-40 sene içerisinde yarı yarıya azaldığı ve bunun da üreme ve yiyecek arama alanlarının yok ettiği ortaya çıktı.”
Kavramsal Emperyalizm
İnsan sömürgeciliği en mükemmel aracını kapitalizmle yarattı. Kapitalizm Batı’nın bütün değerleri çıkar amaçlı değişim değerine indirgeyen bakışını güçlendirir. Kapitalizm bir çok özgürlük sağlar, parası olanlara bir çok eşya ve mal sağlar. Ama bu sistem ancak insanları, kültürleri, türleri ve doğayı yok ederek büyüyebilen sömürgeci bir sistemdir. Mantığı, gelişmek ya da ölmek, sonsuza dek büyüyüp genişlemek ya da havaya uçmak ya da çökmektir.
Genel bir prensip olarak Yunan, Roman, ortaçağ düşünürleri ve modern düşünürler insanın hayvanlar ve dünyaya olan üstünlüğünü Allah vergisi dil ve akıl gücüyle kabul etmiştir. Onyedinci yüzyıldan başlayarak modern bilim dünyanın, yaşayan bir ruh ya da holistik bir kompleksiteden yoksun bulunduğunu, insanın manipülasyonuna açık matematiksel yasalara indirgenebilecek hareket halinde bir madde olduğunu ilan etti. Modern dünyanın Descartes ve Bacon gibi önemli mimarları doğayı teknolojik olarak tahakküm altına almayı savunmuş, ve hayata hürmet göstermeyi batıl inanç ve “insanın tanrının aşağı yaratıkları üzerindeki imparatorluğunu kurması önünde cesaret kırıcı engeller” olarak görmüştür (Robert Boyle). Dünya, kapitalist toplum bir fabrika uygarlığı yaratmaya başladığında bir makineye dönüştü.
Din, felsefe ve bilim aracılığıyla Batı kültüründeki insanlar doğal dünyayı nesneleştirmeyi, onu faydası olmadıkça ve insanların amaçlarına hizmet etmedikçe değersiz bir şey olarak görmeyi öğrendiler. Bu kavramsal emperyalizmin suçluları bir ineğe bakınca biftek, ağaca bakınca kereste görüyor. İşe yaramaz ya da içi boş bir şey olarak gördükleri “vahşi hayat”tan cahilce söz ediyorlar; oysa vahşi hayat, hayatla dolup taşan, sımsıkı biyolojik ilişkilerle örülmüş kompleks bir eko sistem.
Ahlaki evrimin önemli bir kısmı kişinin kendi dışında da değer olduğunu idrak etmesidir- diğer insanlarda, kültürlerde, türlerde ve bir bütün olarak doğal dünyada. Ataerkil ve ırkçı kültürlerde insanlar kadınların erkekler için, siyahların beyazlara hizmet etmek için var olmadığını öğrendiler, şimdi insanlar hayvanların ve doğal dünyanın kendi kendilerine bir değere ve güzelliğe sahip olduğunu ve bu güzellik ve değerin insanların amaçlarıyla bir ilgilerinin bulunmadığını anlamak zorundalar.
Faustvari Safsatalar
Modern uygarlığı kurmak için insanlar nehirlere barajlar kurdu, yağmur ormanlarını kesti, bataklıkları kuruttu, milyarlarca hayvanı katletti. Vahşi hayat yerine sosyal ve doğal dünyayı harmanlamaktan uzak, ekolojiye saygı duymayan geniş cam, çelik ve beton imparatorluklar kurdular. “Kalkınma” adına modernite, biyoçeşitlilik hayvanat bahçesi kafeslerinde ve donmuş DNA tüplerinde hayatta kalmaya çalışırken yaban otlakları birkaç koruma alanına indirgedi. Doğayı hakimiyet altına alma maceramız –“kalkınmamız”- otobanlarla, gökdelenlerle, fastfood mekanlarıyla, büyük alışveriş merkezleriyle, otomobil galerileriyle ölçülüyor.
İnsanlar büyümemenin ilerlememek anlamına geldiğini düşünüyor; oysa gerçek tam tersi. “Büyüme” her politikacının mantrası oldu, bu mentaliteyi hiçbir bürokrat sorgulamaya cesaret edemiyor. 2004 yılında yaptığı Ulusa Sesleniş konuşmasında Bush atletlerin steroid kullanmasını kınadı, gay evliliklere saldırdı ama giderek artan çevre problemleri hakkında tek kelime etmedi. Kalkınmayı Yeniden Tanımlamaya Yönelik Sürdürülebilirlik Programı’ndan MathisWackernagel’in söylediği gibi , “insan ekonomisi Dünya’nın doğal kapitalini yok ediyor.”
İnsanın varlığı öylesine büyüdü ki bu büyüme sonunda Bill McKribbin’in “doğanın sonu” dediği şey meydana geldi. İnsan türü dünyanın iklimini değiştirdi, insan varolduğu için etkilenmeyen ya da değişmeyen tek bir yağmur damlası ya da meltem yok. Genetik devrim aracılığıyla bilim bitkilerin, hayvanların ve insanların genetik yapısını yeniden biçimlendirmeye başladı, herhangi bir türden alınan genleri “ikinci bir genesis”le karıştırarak yeni bir DNA alfabe çorbası yarattı. Faustvari vizyonlarla gelecekte bilimin genetik süper insanlar dizayn etmesi mümkün olacak. İnsanlık kendi evrimini aktif seçimlerle biçimlendiriyor. İnsanın bu yeni kendini beğenmişliği akla gelmeyen sonuçlarla karşılaşarak fiyasko ile sonuçlanırken bir yandan da insanlık milyarlarca yıla yayılmış genetik programı yeniden düzenleme girişiminin bedelini ödemek zorunda kalacak.
Günümüzdeki ekolojik krizi yenmek için türümüz öncelikle bu krizi bir bütün olarak görmek zorunda. İnsanlığın çoğu bu krizi teknoütopyaya giden yolda karşımıza çıkan küçük bir engel olarak görüyor, bunun iki sebebi var. Birincisi; bu insanların ekolojik kanunlar ve süreçlerle ilgili entelektüel bir kavrayışları bulunmuyor, bu yüzden bu dominatör paradigmanın yıkıcı ve yolunda sapmış doğasını anlayamıyorlar. İnsanlar dünyayı ,sonuçlarına katlanmadan manipüle ve kontrol edebilecekleri farklı parçalardan oluşmuş bir şey olarak görmeye alışıklar. Eylemlerinin etkilerinin kısmi, yönetilebilir ve sınırlı bir şey olduğunu hayal ediyorlar. Dünyanın sonsuz büyümeyi besleyebilen sınırsız kaynaklarla dolu bir yer olduğunu sanıyorlar. Ekonomik hedeflerle (kısa dönem kazanımlar için hızlı büyüme) ekolojik kanunlar (uzun dönem uyum, denge ve sürdürülebilirlik) arasında bir yarışma olduğuna dair fantezileri var, kendilerinin kazanacağını hayal ediyorlar. Yaşayan ilişkilerin, kırılgan ekosistemlerin ve teknolojik varoluşlarının Dr. Strangelove türü doğasından habersizler.
Ama sorun insanların entelektüel olarak neyi bilip bilmediğinden daha derin, burada dünyayla duygusal bağlar kuramamak anlamında bir eksiklik ve eyleme geçme iradesini etki altına almış bir felç durumu söz konusu. Çoğu insan için medya dünyaları, sanat gerçeklik sistemleri, eğlence sektörü, ticari meta fantezilerinin gerçek olduğu yerde doğa sadece soyut bir şey. Çok az insan teknohapislerinden ( ya da korkunç yoksulluklarından) dışarı çıkabiliyor ve yunusların yüzüşünü görebiliyor, akıp giden nehirleri ya da dağlarda esen rüzgarları işitebiliyor ya da kır çiçeklerini kokusunu duyabiliyor. Kitlesel üretim ve tüketim, zorunlu çalışma ve Vatansever Kanunu gibi baskıcı politikalarla ABD yurttaşlarını bölümlere ayrılmış ve kişiselleştirilmiş bir varoluşa esir ediyor, aynı anda demokrasi değerleri, pratikleri ve kurumları da dağılmaya devam ediyor.
Eğer asıl sorun çevremizdekilerle denge içerisinde bulunmadığımızsa, bunun çözümü dengeyi yeniden kurmaktır- kendi içimizde, toplumumuzda ve sosyal ve doğal dünyaların arasındaki ilişkideki dengeyi yeniden kurmaktır. İnsanların karşı karşıya kaldığı en büyük sorun şu anda karşımızda durmuş yüzümüze bakıyor: çevreyi yıkıcı trendlerimizi tersine çevirip gezegende geçerli bir varlık ortaya koyabilir miyiz? Yoksa yok olmaya giden yolda süratimizi artıracak mıyız?
Önce insan, yalnızca insan
Batı dünyası önce insan, yalnızca insan felsefesiyle yaşadı bin yıldır. Şimdi sıra insan ordularının ortaya koyduğu ilerlemelerden radikal bir tarzda geri adım atmaya geldi, yabanın ve vahşi hayatın yeniden ortaya çıkması için ona mekan ve yer sağlanmak zorunda; sosyal dünyayı doğal dünyayla uyumlu hale getirmenin yollarını bulmaya yönelik yeni bir dünya felsefesi oluşturmanın zamanı geldi. İnsan varlığının küçülmesi nüfus sayısında kitlesel bir azalmayla yaşanabilir, insanın dünyaya olan etkisi hem nicelik hem nitelik olarak görüldüğünden –herşeyden önce ABD’de yaşayanlar- insanlar tüketime olan iştahlarına gem vurmak, güneş ve rüzgar enerjisine gibi ekoloji dostu teknolojilere yönelmek ve daha bir çok şekilde değişmek zorunda.
Büyüme ve ilerlemeyle alâkalı kaba tanımlamalarımız psikolojik ve ekolojik anlamlar ve kriterlerle yer değiştirmeli. İnsan davranışı da düşüncesi ekolojik odaklı olmalı. Bir şey yapmadan önce eylemlerimizin dünyaya, diğer türlere ve gelecek kuşaklara uzun vadedeki etkisini düşünmek zorundayız. Sosyal ekologMurrayBookchin’in sözleriyle söylersek, çevre krizimizi çözecek tek çözüm “pazar ekonomimizi hiyerarşik yapıdan uzak işbirliğine dayalı, üyeleri birbiriyle uyum içerisinde yaşadığı için doğayla uyum içerisinde yaşayacak bir topluma dönüştürecek bir ekolojik felsefe, etik, duyarlılık, ve doğa imajında yatmaktadır.”
Toplum”Dünya Günü” gibi günler aracılığıyla değişmesi gerektiğini düşündüğünde eylem gerektiren durumlar karşısında atıl kalıyor. Bir kriz varsa bile insanlar bir şekilde bilim, teknoloji ya da pazarın çözüm üreteceğini sanıyor. Tanrı filan kurtarmayacak bizi. Sistemik sorunlar için reform ya da teknoloji onarım mümkün değil; çözümler ruhumuzdan dünya görüşümüze, teknolojilerimizden ekonomilerimize ve sosyal ilişkilerimize dek her şeyi radikal bir şekilde yeniden kurmayı gerektiyor.
İnsanlar iki şekilde o konforlu bölgeden ayrılmak zorundalar. Öncelikle kişisel olan politiktir prensibine dayanarak insanlar kendi hayat tarzı seçimlerini sorgulamak zorundalar. Evet, hibrid arabalar kullanmalı, geri dönüşüm kullanmalıyız ama bir insanın yapabileceği en ciddi değişiklik et tüketiminden bitki içerikli beslenme tarzına geçiş yapmasıdır. Küresel Et Kültürü gezegene her şeyden daha fazla zarar veriyor. Exxon ve Texaco gibi şirketlerin sebep olduğu yıkımların en başında et ve süt endüstrilerinin sebep olduğu yıkımlar geliyor. Devasa hayvan çiftliklerinde ve büyük besi ünitelerinde hayvan yetiştirmek yağmur ormanlarının yok edilmesinde, çölleştirmede, küresel ısınmada, türlerin yok olmasında, gıda ve su atıklarında, hava, su ve toprak kirliliğinde bir numaralı sebep.
Ama ikinci olarak, insanların kişisel hayatlarının ve hayat tarzlarının dışına çıkıp politik hayvanlara dönüşmesi gerekiyor. Kapitalist benlikler sosyal ve politik sorunlar için bireysel çözümler arar; yurttaş kelimesinin anlamını tüketici, seçmen ve vergi mükellefiyle karıştırırlar. Yurttaşlar şirket gücünün karşısında duracak, bireyleri politik anlamda güçlendirirken çevreyi savunan halk kuruluşları aracılığıyla karşı koyacak bir güç yaratana dek önemli hiçbir değişiklik meydana gelmeyecek.
Çevre krizi sosyal bir kriz; elit azınlığın kendi iradesini iktidarı tekelleştirdikleri için insanlara dayattığı bir demokrasi krizi. Bundan dolayı, yeni bir çevre hareketi kurmak için güçlü sosyal, politik ve demokratik bir tepki olmak zorunda. İnsanlar mektuplar yazarak yasal değişiklikler talep etmek yerine doğrudan eyleme odaklanan yerel kuruluşlara katılmalılar.
Yeni Etik
Eğer insanlığın hayatta kalması ve geleceğe giden yolculuğunda büyümesi isteniyorsa, antroposentrizm başarısız olduğu için yeni bir ahlaki pusulaya ihtiyaç var. Albert Schweitzer “etikle alakalı en büyük problem insanın insanla ilişkisini temel almasıdır” demişti. Batı hayatının yabancılaşmış ve avcı duyarlılığı yerine Schweitzer “hayat hürmet duygusun üzerinde yükselen bir etik” önermişti. Bu etik bütün insanları, insan olmayan türleri ve bütün dünyaya uzanan bir evrensel bir saygı ve merhamet etiğiydi. Geçerliliğini yitirmiş bir “Bağımsızlık İlanı” yerine “Karşılıklı Bağımlılık” ilan etmemiz gerekiyor.
Hayvanları ve dünyayı sömürmeye son verme arzusu aynı ve tek şeydir; diğerini değiştirmeden birinde değişemeyiz. Hayvan hakları ve çevre etiği, insanın ahlaki evriminde, insanın aydınlanmaya ve bütünlüğe giden yolculuğunda bizi bekleyen yeni adımlar.
Ne yazık ki, diğer günlerde olduğu gibi Dünya Günü’nde de insan türü gezegeni işgal edip ona zarar vermeye devam ediyor. Bu yazıyı yazarken Traffic adında İngiltere’de bulunan bir yaban hayatı izleme grubundan bir rapor geçti elime. Raporda ormansızlaştırma ve ticaret yüzünden Endonezya’nın en büyük kaplan alttürü Sumatra kaplanının yok olmanın eşiğine geldiği yazıyor. ABD Balık ve Yaban Hayatı Merkezi’nin iki tropik kuşu yok olma tehlikesi altında bulunan hayvanlar listesinden çıkardığını okudum, artık güvende oldukları için değil, artık türleri tükendiği için. Anlayamadığımız bir şekilde bütün dünya onların yokluğuna alışmaya çalışıyor.
Dünya Günü’nün onuruna şu soruyu sormak daha uygun: çevreci olmak ne demek? Endüstrilerin, devletin, her türden toksik nihilistin çevreyi umursayan insanlara üşütük, beyinsiz ve hatta terörist dediği bir ortamda çevreci olmak onur duyulacak bir şey olmalı, şeref madalyası gibi insanın üstünde taşınmalı.
Çevreci olmak insanın sadece insan toplumunun bir üyesi olmadığını, dünyanın bir yurttaşı olduğunu, bir ekoyurttaş olduğunu anlamasını gerektirir. Toplumumuz ulusal ve uluslararası ölçekte bir arada bulunduğumuz insanlardan oluşmuyor sadece, bütün yaşayan dünyayla olan ilişkilerimizden, biyotoplumdan da oluşuyor. Yurttaş gibi davranmalıyız, işgalci gibi değil. Dünyaya mümkün olan en az zararı vermek gibi bir görevimiz yok sadece, bir görevimiz de doğanın yeniden doğmasına yardım etmek.