Baş tarafını okumak için tıklayınız
Endüstri çağının büyük vaatlerinin gerçekleşememesinin nedenlerini, öncelikli olarak sınıf ve ekonomik iç çelişkilerde aramak gerekir. Ama bunun yanı sıra, başarısızlığın yine sistemin kendisinden doğan psikolojik nedenler de söz konusudur.
Yaşamın tek amacının mutluluk ya da bir başka deyişle maksimum hazza ulaşmak olarak görülmesi ki; çevremize baktığımızsa, bu “mutluluk avı” çabasının insanları gerçek huzura vardırmaktan uzak olduğunu görebiliriz. İnsanlar mutsuz oldukları bir toplumda yaşıyor. Yalnız, çeşitli korkular altında acı çeken, ruhen dengesiz, yıkık ve bağımlı olan bu insanlar, önce bütün çabalarıyla kendilerine boş zaman yaratmaya çalışıyor, sonra da bu zamanı “öldürebildikleri” ya da geçirebildikleri oranda sevinç duyuyorlar. Ne acı bir çelişki. Tüm isteklerin tatmini, insanı mutlu etmeye yetmiyor.
Sistemin kendi varlığını koruyup, sürdürebilmesi için, desteklemek zorunda olduğu bencillik, açgözlülük ve sahip olma ihtirası gibi karakter özelliklerinin, uyumu ve barışı sağlayacağı inancı ki ; bu teorinin doğru olması için hiçbir neden yoktur. Bencillik, bir davranış biçimi olmakla kalmaz, aynı zamanda kişinin karakterinin bir bölümü olarak da ortaya çıkar. Bencillik, insanının her şeyi yalnızca kendisi için istemesi durumudur. Bölüşmek yerine, sahip olmak kişiye haz verir.
Sahip olmak tek hedef olunca, insan giderek daha açgözlü ve ihtiras sahibi olur. Çünkü ne kadar çok şeyi olursa o kadar çok mutlu olacağına inanır. Böylelikle kişi, herkese karşı bir düşmanlık beslemeye başlar.
Kandırmak istediği müşterileri, iflasa sürüklemeye çalıştığı rakipleri ve sömürmeyi arzuladığı işçileri, hep onun daha az şeye sahip olmasına yol açtıkları için bencil kişinin düşmanlarıdırlar. Bu tür düşünen bir insanın, arzulan sonsuz olduğu için hiçbir zaman rahat ve huzur bulamayacağı bellidir. Onun tüm yaşamı, kendinden çok şeye sahip olanları kıskanmak ve kendinden az varlığı olanlardan da korkmakla geçecektir. Ama bu kişinin toplumda örnek bir kişilik çizebilmesi ve güleç yüzlü, akıllı, namuslu ve dost bir insan olabilmesi için, duygularını bastırarak, o yönünü hem kendinden hem de başkalarından gizlemesi gerekmektedir. Açgözlülük, toplumdaki sınıflar arasında sürekli bir savaşa yol açar.
Günümüzde, ekonomik sistemin gelişmesini belirleyen “insan için iyi olan nedir?” sorusu, yerini “sistemin gelişmesi için iyi olan nedir?” sorusuna bıraktı. Bu yanlış anlayışın insanlara iğne gibi batan sivri ucunu gizleyebilmek için de “sistemin gelişimine yarayan her şey, insanın refahına ve mutluluğuna da yararlıdır” düşüncesini beynimize ince ince yerleştirdiler. Bu oluşturulan yapıyı desteklemek için sistemin gerektirdiği bencillik ve açgözlülük gibi özelliklerin, insanda doğumla birlikte var olan özellikler olduğu ileri sürülerek, bunların sistemden değil, insanın doğasından kaynaklandığını öne sürdüler. Bencilliğin ve açgözlülüğün bulunmadığı toplumları ise “ilkel”, o toplumlarda yaşayan insanları da “çocuksu” diye aşağıladılar… Biz de öyle yaptık…
İnsanların doğaya karşı düşmanca davranışları
Varoluşumuzla bağlı olduğumuz doğadan, aklımız nedeniyle ayrılmaktayız. Doğanın “garip bir varlığı” olan bizler, doğa ve insan arasındaki iş birliği ve uyumu bir yana bırakıp, doğaya egemen olmaya, onu kendi amaçlanınız doğrultusunda kullanmaya çalışmakla, doğanın dengesini bozmakta ve onu bozulup, yok olmaya itiyoruz. Doğayı fethetme arzusu ve doğa düşmanlığı gözümüzü öylesine köreltmiş ki, doğal kaynakların da bir sonu olduğunu ve bir gün tükenebileceklerini, ayrıca doğanın insandaki bu sömürücü tutuma karşı kendini savunabileceği gerçeklerini bir türlü göremiyoruz.
Endüstri toplumları, makinalar tarafından üretilmeyen her şeye ve makina üretmeyen her insana olduğu gibi, doğaya karşı da saygısız ve umursamıyorlar. Günümüz insanları ise, mekanik ve cansız olan şeylere ve güçlü makinalara ilgi duyuyor, zarar verici eğilimlere yöneliyorlar.
Devam edecek